instagram twitter linkedin github youtube

9.11.16

YÜZYILLARCA HEP AYNI ADAM - KONT SAİNT GERMAİN GİZEMİ


YÜZYILLARCA HEP AYNI ADAM - KONT SAİNT GERMAİN GİZEMİ




Gizemlerin adamı;Bilinmeyen bir gizem örgütünün dünya temsilcisi;

Öyle bir adam düşünün ki, yüzyıllardır yaşıyor olsun, 300 yıl boyunca Avrupa Sarayları´nda tanınsın ve el üstünde tutulsun. Büyücü, simyacı, kaşif, milyarder, tıp adamı ve inanılmaz bir müzisyen; hatta Çaykovski onun bestelerini çalmıştı. İşte Kont St. Germain buydu ama böyle biri gerçekten yaşadı mı? Kaynaklar bunu kesinlikle gösteriyor. Kimdi bu garip adam? Gizemlerin adamı; Francis Bacon, Valentine Andres, The Polish Rider (Polonyalı Süvari), Prince Rakoczy, Sinyor Gualdi, Kont Saint Germain gibi isimlerin yanısıra, İngiltere Krallığı’nın gerçek varisi Francis Tudor olduğunu ve gerçek soyunu saklamak için kullandı. Bacon-Shakeaspeare ve Kont St. Germain üçlüsü tek kişi miydi?

Kont St. Germain´ın tüm geleneksel biyografi yazarlarını şaşırtan bir yaşamı vardır; yazılan en sempatik kitap “The Comte de St. Germain-Kralların Sırrı”dır. Yazarı ise dinbilimci I.Cooper Oakley’dir. Kitapta, Kont St. Germain bir kadının gözüle anlatılır. Kont´un gizemi tarihçi Bentick Van Rhoon’un şaşırtıcı notlarından yararlanılarak anlatılmış. 18 Nisan 1760 tarihli notlarda şöyle yazıyor: “Onun kim olduğunu kimse bilmiyordu. İngiltere gibi bir ülkede bu tuhaflık beni şaşırtmazdı çünkü bu gizemi çözecek bir istihbarat örgütü yoktu, fakat beni asıl şaşırtan Fransa gibi bir ülkede bile sırrın çözülememesiydi.” Andrew Lang’ın, “ Tarihsel Gizemler” adlı kitabına bir göz atalım; “Resmi dökümanarda onun izine rastlamadım ama bir yerlerde böyle belgeler olduğu söyleniyor. Kont, 18. Yüzyıl´daki bir çok biyografi yazarının ele geçirmek istediği bir kişilikti. Ama güvenilir devlet dökümanlarında onunla ilgili bir ize rastlamak için şansınıza güveniyorsanız, bunun büyük bir hata olduğunu anlarsınız” Fransa İmparatoru III.Napoleon da Kont Saint Germain’in sırlarını merak etmişti. Kütüphanecilerine,18. Yüzyıl sonlarıyla ilgili arşiv ve dökümanları araştırıp toplamasını emretti. Sonunda, koca bir dosyayı dolduraçak kadar belge toplanmıştı. Fakat Fransa-Prusya savaşında ve halk ayaklanmasında toplanan belgelerin bulunduğu bina yandı. Yazar Magre, “Magi’nin Dönüşü” adlı kitabında; “Bu yine kaza olarak nitelenen bir ilahi adalet örneği çünkü dünyada bazı şeyler gizli kalmalı” diyordu







Elli yıl sonra, yine 45 yaşındaydı...


Gustav Berthold Volz’un 19 ve 20. Yüzyıllar´ı inceleyen yol gösterici araştırmasından sonra, Kont Saint Germain, “7 yıl savaşlarının Tarihçesi” adlı kitapta 18. Yüzyıl’ın en gizemli adamı olarak nitelendiriliyor. Grillot de Givry’nin “Cadılık, Büyü ve Simya” adlı kitabında söylediği gibi Mrs Cooper Oakley, Kont Saint Germain’in hala hayatta olduğunu iddia ediyor ve bu iddiasını kanıtlayacak belgeleri arıyor. Fransız Ulusal Kayıt Ofisi, Yabancı Olayları Araştırma Fransız Ofisi, Berlin’deki Alman Saray Arşivi, Viyana Saray ve Devlet Arşivi ve Kopenhag Devlet Arşivi, Cooper Oakley’in iz sürdüğü mekanlar. Genel bilgilere göre, Kont Saint Germain, doğumu ve kökeni yüzünden kendini saklamak zorunda kalmıştı. Transilvanya prensi Rakoczy’nin en büyük oğlu olduğu iddiaları vardır. Paris’te “Saint Germain”, Londra’da “Kara Haç Markisi”, Ubergen’de “Kont Surmount”, İtalya’da “Kont Bellamore”, Venedik’te “Montferrat Markisi”, Pizza’da “Schoening Şovalyesi”, Cenova’da “General Soltikov” ve Murenberg’de Rus Hükümeti tarafından verilen onur payesini taşıyan “Başarılı General” onun bilinen bazı kişilikleriydi. Rus Savaşı’nda askerlere verdiği bir içecek yüzünden içeceğe “Saint Germain Çayı” adı verildi, çayın adı, ileride “Rus Çayı” olacaktı. Bu bitkisel karışım her derde deva bir içecekti. Kont Saint Germain, bazen de Rakoczy adının harfleriyle oynayarak "Tzaragy" adını kullanıyordu. Bu da kullandığı birçok isimden biriydi. Saint Germain Kontu, ilk kez 1710’da Venedik’te görüldü. Daha sonra Fransız Sefiresi Madam de Gergy onu 45 yaşlarında bir adam olarak tanıdı ve 50 yıl sonra Paris’te karşılaştıklarında sanki hiç yaşlanmamış gibiydi. Sanki Saint Germain Kontu’nun oğluydu. Madam de Gergy’e göre gençliğinin sebebi kullandığı bitkisel bir gençlik iksiriydi. İlk karşılaşmalarında bu iksirden ona da vermişti. Aşağıda göreceğiniz gibi Madam de Gergy de gençliğini korumuş oldu. Kont Saint Germain ilk kez görüldüğü Venedik’ten döndüğünde onu kimse bilmiyordu. Ama Jenning’in “Rosicrucians-Gül Haç, Ayinleri ve Gizemleri” adlı kitabında onunla ilgili atıflar vardır. Burada Kont Saint Germain’e çok benzer bir kişinin tarifi vardı. Verilen tarih ilk görüldüğü yıldan 23 yıl öncesiydi yani, yıl 1687´idi. Bu kişi Sinyor Gualdi adını kullanıyordu, yıllar sonra işi ve uyruğu araştırıldığında şehri çoktan terk etmişti, tıpkı Saint Germain Kontu gibi. Gualdi, bir sanat uzmanıydı ve seçkin parçalardan oluşan bir koleksiyonu vardı. Manly Hall ve yandaşları bu tuhaf “Sinyor”un Kont Saint Germain olmasından kuşkulanıyorlardı. Başka bir yerde “Polish Rider” adıyla tanınan kişi için de aynı izi sürebiliriz. Bu kaynakta iddia edildiğine göre, 1624’te ünlü bilge Francis Bacon olarak resmen öldükten 46 yıl sonra 1670’te, Abbe Monfaucon de Villars’a Gül-Haçlar´ı (Masonların ve okültistlerin ünlü gizem örgütü) anlatan bazı notlar vermişti. Bu notlar “Comte de Gabalis” başlığıyla basıldı. Ancak bir dahi onun özgün yazı stilini taklit edebilirdi. Ama bu çok zor bir ihtimal olduğuna göre bu kişi Kont Saint Germain olmalıydı.

Her taşın altında o vardı;

İngiltere´deki özel müzesinde kendi el yazısıyla yazılmış bir mektup vardır. Mektup onun 22 kasım 1735’te Hauge Morin’de Baron von Gleichen’in sekreterliğini yapmış olduğunu ve Hollanda’da 1739’da karşılaştıklarını ispatlıyor. 9 Aralık 1745’te Horace Walpole isimli bir kişi Kont Saint Germain’le konuşurken onun iki yıldır Londra’da olduğunu söylediğini anlatıyor. Bu tarih Charles Edward ayaklanmasına rastlıyor ve St. Germain Kontu olduğuna inanılan genç bir isyancı, bir süre şüphe altında kaldı ve tutuklandı. Ama daha sonra masum olduğu anlaşıldı. Bu olayla ilgili olarak Walpole, bir mektupta şöyle yazıyor: “Geçen gün tuhaf bir adamı tutukladılar. Kont St. Germain adında birisiydi. İki yıldır buralarda, hiçbir zaman adını ya da nereli olduğunu söylemiyor. Ama bilinen bir şey varsa, gerçek isminin Kont St. Germain olmadığı. Çok iyi şarkı söylüyor, inanılmaz bir şekilde keman çalıyor, besteler yapıyor ve onun çılgın biri olduğu düşünülüyor. Aslında çok duyarlı ve hassas. İngiltere Prensi bile onu merak ediyor ama çok kibirli biri.” İngiltere’de St. Germain, ünlü yazar Bulwer Lytton ile arkadaştı. Yazarın bir Rosicrucian olduğu düşünülüyordu. Ünlü kitabı “Zazani” nin baş karakteri Kont St. Germain’di. Kitapta bu gizemli adam bir Rosicrucian ve simyacı olarak nitelendiriliyordu. Ayrıca gizli bir yaşam sürdüğü de belirtilmişti. Kont St. Germain’nin kendi beyanlarından 1745 yılında iki kez Hindistan’da bulunduğunu anlıyoruz ve 1773’te yazılmış diğer mektuplardan anlaşılıyor ki; 1755’te tekrar Hindistan’da bulunmuş. Aynı mektupta bir de oğlu olduğundan bahsediyor. Çocuğun Bacon’un oğlu olduğu ve Amerika’nın kolonileşmesinde (Virginia Eyaleti´nin ilk yıllarında) büyük rol oynadığı tahmin ediliyor. Bu konuda daha birçok söylenti var. Hatta Kont St. Germain’in bu olaylardan sonra Himalaya’lara çekildiği iddiası da var. Dinlenmek için düzenli olarak geldiği Himalaya’larda yoga ile ilgilendiği ve yoga yaparken görüldüğü söyleniyor. 18 Yüzyıl boyunca nereden geldiği, kim olduğu ve soyu tüm Avrupa’da merak edildi. Gizemlerin adamı hakkında E. M. Butter’in yazdığı “Magi Efsanesi” adlı kitapta şöyle yazıyor; “Böyle dikkat çekici bir şahsiyetin tanınmaktan kaçması bir meydan okumadır. Çağdaş bilgilerle bile ulaşılamayan bir kimlik aslında hükümsüz demektir. St. Germain, Rakoczy olduğunu söylediğinde de bu doğa kuralından yararlanmıştır. Gün doğmadan önce gizemini derinleştirdi. Çocukluğunu alevli renklerle tasvir diyor. Kendini inanılmaz bir manzara içinde betimliyor. Çok güzel bir havada şahane bahçelerde dolaştığını, Fas’ta Granada krallığının tek gerçek varisiymiş gibi anlatıyor. Kont St. Germain, öğretmenine çıktığı bir gezide başındaki taçla bir daha hiç göremeyeceği annesini son kez gördüğünü ve elinde bir bilezik olduğunu anlatmıştı. Kanıtlamak için de annesinin giysisinden bir parça getirmişti. (YAZARIN NOTU: Kraliyet soyundan geldiğini kanıtlamak için Kraliçe I. Elizabeth’in oğlu olduğunu söylüyor, “bir daha hiç göremeyeceği anne” bunu simgeliyor. Daha sonra Lady Bacon onu kendi oğlu gibi yetiştirmiş. Kısaca kendini krallığın son varisi olarak tanımlamış ama ülkenin adını vermemiş.) Genç yaşında Avrupa’nın büyük kısmını dolaşmıştı, Hindistan’da, İran’da, Türkiye’de, Japonya’da ve Çin’de bulunduğunu iddia etmişti. Gezilerinin adını vermediği bir yazar tarafından kaleme alındığını da söylüyordu. Ona inanmıyoruz ama gerçekten bu ülkeler hakkında öyle detaylar anlatıyor ki, herkes şaşırıyor. Onun güçlü ve etkili bir lider olduğuna inanılıyor. Çünkü, birçok farklı örgüt kurmuş, Bouillon Dükü’ne Paris’te iki yüzü aşkın insanın Dük’ün başkanlığında bir grupta toplanacağını söyledi. Paris’te 1785’te yapılacak Mason Konferansı’na da katılacağını söyledi. Ama bu ölümünden bir yıl sonraydı ve Kont toplantıya geldi”

Garip güçlere sahipti...

Tüm 18 Yüzyıl boyunca St. Germain Kontu, Avrupa’da ve Doğu’da birçok ülkede daima saraylarda ve kralların, imparatorların, sultanların çevresinde görüldü. Büyük Çar Peter’ın hüküm sürdüğü zamanlarda Rusya’daydı ve ismen sözü ediliyordu. 1737’den 1742’ye kadar İran Şahı’nın onur konuğuydu. İran’dan Fransa’ya ve Calcutta’dan Roma’ya kadar her yerde kraliyet çevresinde saygın biri olarak tanınıyordu. Walpole’nin ona 1745’te, Londra’da, Clive’nin ise ona 1756’da Hindistan’da rastladığından bahsetmiştik. Madam D’Adhemar onun 1789’da Paris’te olduğunu iddia ediyordu. Bu tarih onun öldüğü zannedilen tarihten 5 yıl sonrasıydı. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir çok insan Kont Saint Germain’i 19 ve 20. Yüzyıllar´da gördüğünü de belirtiyordu. Avrupa soylularının çok yakından tanıdığı bir kişiydi ve çeşitli ülkelerdeki önemli insanların arkadaşıydı. Büyük Frederick, Voltaire, Madam de Pompadour, Jean Jacques Rousseau ve Chatham onun arkadaşlarıydılar. Hepsini şahsen tanıyordu ve hepsi ondan söz ettiler ve adamın gizemini merak ediyorlardı. Una Birch, St. Germain’in hayatını konu alan “19. Yüzyıl”adlı kitabında şöyle diyor: “Londra’da bir Jacobite ajanı, St. Petersburg’da bir suikastçı, Paris’te simyacı ve sanat eksperi, Napoli’de bir Rus generali, Versailles’te müzisyen olarak karşımıza çıkıyor. Bunların tümü Kont St. Germain´di, Büyük Frederick’in Berlin’deki kütüphanesinden öğreniyoruz ki, İlluministlerle bağlantı kurarak, Ren nehrine yakın yerlerde örgüt toplantıları yapıyordu.” 1757’de St. Germain, Paris’te görüldü ve daha sonra Kraliyet tarafından kabul edildi. Birçok insan onun garip güçlere sahip olmasına ve durmadan kılık değiştirmesine şaşırıyordu. Buttler, bu konuda şöyle yazıyor: “Kont, parlak bir konuşmacı ve araştırmacıydı. Çok fazla seyahat etmiş, çok okumuş, çok bilgili ve nezih biriydi. Mükemmel bir kişiliği vardı; alaycı ve sofistike bir tarzı vardı; iyi bir üne ve güce sahipti ve bunları kendine değer verilsin diye yapmıyordu. Üç yıl boyunca kendini saklayarak entrikacılardan ve kıskançlıklardan korunmayı başardı. Kurnazlığı ve Madam de Pompadour’un lütfuyla Kral´ın nezdinde itibarı tamdı. Doğal etki gücüyle ve inandırıcıyla zaferler kazanıyordu. 15. Louis’in kırılmış elmaslarından birini, bozmadan eskisinden üç kat daha değerli bir elmasa dönüştürdü. St. Germain Kontu´nun bir büyücü olduğu çok söylenir. Ama bu iddia asla kanıtlanamadı ve St. Germain’in başarıları sır olarak kaldı, hala da öyle. 15. Louis zamanını özel bir laboratuarda geçirerek St. Germain’in sırrını çözmeye çalıştığı anlatılır. Birçok yeni buluşun ardında onun bulunduğu söyleniyordu, çok büyük bir para gücüne her zaman sahipti, herkes işin içinde büyük paralar döndüğünü biliyor ve ona hemen kanıyordu. Birçok mucit ve kaşifi Chambord Sarayı´na atadı. Böylece Kraliyet´e gelir sağladı. Kral, ona tapıyordu ama Kont St. Germain resmi bir kişiliğe asla sahip olmadı. Saray çevreleri ondan nefret ediyorlar ama vazgeçemiyorlardı çünkü muhakkak birinin bir derdine o çare bulmuştu veya buluyordu.






Rus Devrimi´nin ardında o vardı!

St. Germain Kontu bazen sarayda kralın özel işlerine bakan bir sırdaş veya resmi daireleri yönlendiren bir fikir babası, bazen bir bilim adamı, bazen de ebedi gençliğin sırlarını bilen bir büyücü ve politikayı etkileyen bir filozoftu. Fransız kabinesinin birçok üyesi, St. Germain’e devlet sorunlarını danışıyor ve tavsiyeler alıyordu. 1760´da Kont St. Germain güvenirliğini kanıtlamış biri olarak, Fransa-İngiltere ile ilişkilerini düzenliyordu. Kont´un bir diplomat ve üst düzey bürokat olarak yetenekleri 15. Louis’i çok etkilemişti. Kral ona deneylerini sürdürebilmesi için bir laboratuar ve Versailles’te bir oda verdi. Böylece Kont St. Germain, günlerini Kraliyet Ailesi´yle birlikte geçirmeye başladı. İngiltere ile savaş devam ederken barışı sağlamak için St. Germain biçilmiş kaftandı. Gizli bir diplomatik görev için Hague’ye gidebilir, İngiliz yetkililerle temasa geçip barışı sağlayabilirdi. Ama birden işler tersine döndü; görevi, zamanın Dış İlişkiler Bakanı Duc de Choiseul’e bildirmediği için ve Hauge’deki Fransız konsolosuna böyle bir bilgi ulaşmadığından St. Germain oraya gidip, Louis’in emirlerini bildirdiği zaman, yetkililer inanmayıp tutuklama emri çıkardılar ve zayıf yaradılışlı kral buna boyun eğdi. Fransız konsolosu D’Affrey, Kont St. Germain’in İngiltere’ye giriş yapmasına ya da başka ülkelere iltica etmesine izin vermedi ama Kont artık ortada yoktu. Yine Paris´de ortaya çıktı ama bu kez Saray´dan uzaktı. Sonra Almanya´da görüldü, İngiltere işinde kıskançlıktan dolayı başarılı olamamıştı ama 1761’de Almanya ve Avusturya arasında barışın sağlanmasınta başarılı oldu. Hatta Rusya’da diplomatik başarılara imza attı ve böylece 1764’de Çariçe Catherine’nin yakın çevresinde yer aldı. Peki acaba düşmanları onun için ne diyordu? St. Germain Kontu, çok eleştirildi. Örneğin, Danimarka’lı bürokrat Kont Charles Wernstedt şöyle yazıyordu; “Burada kötü ünlü bir maceraperest var; adı Kont St. Germain, gerçek bir şarlatan, bir aptal, bir geveze ve bir dolandırıcı, yıllardır onu görmeye alıştık. Kralımız onu tüm kalbiyle onurlandırıyor. Böylece gerçek kimliğini saklayabiliyor. Kim bu adam?" Fransız bilim adamı Thiebault ise “Souvenirs” adlı kitabında Kont St. Germain’e daha bir sempatiyle yaklaşıyor. “Kont St. Germain gelmiş geçmiş en akıllı maceraperesttir. Yaptığı herşey onurludur ve her zaman dürüst olmuştur.” Kont´a hayran olan asil Kauderbach, ilk kez 4 Nisan 1760’da Kont Wackerbath’a şöyle diyordu: “St. Germain, bizlere öyle garip, öyle açık saçık hikayeler anlattı ki, onları herşeyden önce iğrenerek dinlersiniz. Ama etkileyici oldukları kesin. Bu adam 10 yaşındaki birini bile kandıramazken bizleri nasıl kandırsın? Ve ona sabrının sonuna gelmiş bir maceraperest olarak saygı duyuyorum, ama yine de sonu trajik bir biçimde gelmezse şaşıracağım.” Danimarkalı bir politikacı olan Kont Bernstorff ise 1779’da yazdığı özel mektubunda şöyle diyordu: “Ne arkadaşıydım ne de ona hayrandım... Yargılarımı devreye soktum ama itiraf etmeliyim ki, daima gizemli, mantıksız işler yapan, devamlı isim değiştiren, bazen bir suçlu bazen de bir centilmen gibi davranan birine güvenemiyorum.”

Dünyanın her yerinde ortaya çıktı...

Ve büyük düşünür Voltaire biraz da alaylı bir şekilde arkadaşı Frederick’e Kont St. Germain hakkında şöyle yazmış, “Herşeyi bilen ve hiç ölmeyen biri.” Herhalde Frederick bu alaycı üslubu pek ciddiye almamıştı. Dresden’deki Prusya büyük elçisi Alvensleben de, Frederick’e 25 Haziran 1777’de Kont St. Germain hakkında bir mektup yazıyordu; “Çok yetenekli ve çok zeki biri, ama kesinlikle adalet duygusundan yoksun. Ününü, en basit insanın bile yapabileceği dalkavuklukla kazanmış. Özellikle hitabet yeteneğiyle güzel sözler duymaya hazır birisini kolayca etkileyebilir. Tüm kişiliği, haddinden fazla kibirle örülmüş. Hikayeleriyle toplumu uyarmaya ve bilgilendirmeye çalışıyor. Ama sıra kendi fikirlerini empoze etmeye gelince güçsüzlüğü ortaya çıkıyor. Ama asıl acı olan, onu yalanlayacak kimsenin olmaması.” Danimarkalı Amiral Kont Danneskjold, Amsterdam’dan 27 Nisan 1760’da St. Germain’e bir mektup yazmıştı; “Çok iyi biliyorum ki, Mösyö, dünyanın en iyi yöneticisiniz.” Öylesine çelişkiler vardı ki, takdirler, övgüler bir yanda, alay, küçümseme ve aşağılamalar öte yandaydı. Rusya Büyük Elçisi Prens Golizyn 1 Nisan 1760’da Kauderback’a yazdığı mektupta şöyle bir ifadeye yer veriyordu; “Ben de tıpkı sizin gibi onun bir aptal olduğunu düşünüyorum.” Alman Bürokrat ve devlet adamı Bentinck von Rhoon ise, St. Germain’i çok nazik ve başarılı bulurken beraberlikten zevk alıyordu. Çünkü Rhoon´a göre Kont, gerçekten zeki ve birikimliydi ve birçok ülke hakkında bilgi sahibiydi. Çok iyi bir eğitim almıştı, çok kibardı ve insanlar hakkında verdiği kararlar çok doğruydu. Tarihçi Sypesteyn, “Tarihsel Anılar” adlı kitabında St. Germain Kontu´ndan söz etmiş; “St. Germain, gerçekten dikkat çekici biri. Tanındığı her yerde akılda kalıcı bir etki bırakıyor. Gerçekten de asil ve iyi yanları çok. Hiçbir kötü harekette ya da onursuz davranışta bulunmamış ve heryerde sempatiyle karşılanıyor.” Edebiyatın ölümsüz ismi Çehov, “Maça Kraliçesi” adlı yapıtında Saint Germain tarafından St Petersburg’da yazılmış bir büyü kitabına gönderme yapıyor. 18 Yüzyıl başlarında Saint Germain Kontu´nun, daha sonraları Rus Devrimi´nde büyük rol oynayan gizli direniş gruplarını kurduğu belirtiliyor. Tıpkı Mason örgütlerinin Fransız ve Amerikan devrimlerini etkilemesi gibi, bu örgütler de Rus Devrimi´nin kaderini etkilemişti. Ondan söz edenler, tanıyanlar, sevenler, sevmeyenler ama bunların tümü Kont St. Germain´ın kimliğini anlamaya yine de yeterli olmuyor. Kontes D’Adhemar “Marie Antionette’in Anıları” adlı kitabında Saint Germain’i tanımlıyor; “Herşey 1743 yılında çok zengin ve inanılmaz mücevherlere sahip bir yabancının Versailles’e geldiği dedikodusuyla başladı. Nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Görünüşü titiz ve şıktı. Elleri nazik ve zarif, ayakları biçimliydi. Biçimli bacaklarını herzaman şık çoraplar süslüyordu. Giysileri daima vücuduna oturuyor ve uyum gösteriyordu. Gülümserken dişlerinin berraklığı ve pırıltısı dikkat çekiyordu, yanağında şirin bir gamze vardı. Siyah saçları iyi kesimliydi. Ve o harika gözler... Hiç onunki gibi gözlere rastlamamıştım... 45 yaşlarında gözüküyordu. Her zaman Kraliyetin gözdesi oldu ve Kraliyetin ona karşı sınırsız hoşgörüsü 1768’de başlamıştı.”









Ressam, müzisyen ve şair ama ne?

Kont Saint Germain gününün önemli bilginlerinden biriydi. Tarihçilerin onu gözardı etmesi bile halk arasında mitolojik bir figür haline gelmesini engelleyemedi. Onun diller hakkındaki bilgisi hem modern dilleri hem de eskileri kapsıyordu. Almanca, İngilizce, İtalyanca, Portekizce, İspanyolca, Fransızca, Yunanca, Latince, Sanskritçe, Arapça ve Çince konuşabiliyordu. Üstelik bu dilleri anadili gibi düzgün bir aksanla konuşuyordu, çok iyi bir müzisyen, iyi bir kimyacı ve bir dahi olduğu söyleniyordu. Fransa´nın tarihi simgesi Madam de Pompadour ise Saint Germain’i şöyle övüyor: “Modern ve eski tüm dilleri harika konuşuyordu. Harika bir belleği vardı, her alanda konuşmasını sağlayan etkileyici bir bilgi birikimine sahipti, onu iyi bir konuşmacı yapan insanları tanıma yeteneğiydi. Bazen krallar ve prensler hakkında hikayeler anlatırdı. Öyle bir üslup kullanırdı ki, her detay bir illüzyon gibi gözünüzde canlanır, gerçekmişçesine etkilerdi. Bütün dünyayı dolaşmıştı ve Kral onun maceralarını dinlemeye bayılıyordu. Asya, Afrika hatta Rusya, Türkiye ve Avusturalya hakkında öyküler anlatırdı. Üstelik tüm bunlar Kralı ve dinleyenleri derinden etkilerdi.” İşin bir de İngiltere yönüne bakalım; Saint Germain Kontu, bazen Francis Bacon olarak, Kraliçe Elizabeth’in oğlu gibi, bazen de Kral James’in sağ kolu olarak çoğu zamanını Kraliyetle birlikte geçirmişti. Shakespeare’in oyunlarındaki gibi kılıktan kılığa girerek 18 Yüzyıl´ın Avrupa soylularını etkilemeyi başardı. Belki de Bacon-Kont St. Germain-Shakeaspeare üçlemesi oydu. Böylece kendini yormadan içinden gelen bir yetenekle önce Kralı etkiledi sonrada tüm Avrupalı asillere kendini kabul ettirdi. Bunun asıl nedeni iddia edildiği gibi Kraliyetin kanını taşıyor olması mıydı? Belki de, Cooper Oakley’in biyografisinde Kont St. Germain’i tanımlarken “Kralların Sırrı” tamlamasını kullanmasının nedeni buydu. Aşağıda St. Germain’in görünüşü benzer ifadelerle açıklanıyor: St. Germain bir medyum kadar hassas bir ruha ve kibar davranışlara sahipti. Görünüşü güzeldi, cildi esmer, saçları siyahtı. Yüz hatları asildi, zekasını ve dehasını gösteren bir ifadesi vardı. Sadece büyük ve önemli insanlara özgü bir edası vardı, giysileri basit ama şıktı. Lüksü çok sayıda elmaslardan ibaretti. Bunlar iyi gizlenmişlerdi fakat her parmağına yüzük takardı. Saati elmaslarla çevriliydi. Bir akşam güzel ayakkabı tokaları takmıştı. Değerli taş uzmanı von Contaut’un dediğine göre tokaların üzerindeki taşların değeri 200.000 frank kadardı. Oakley yazıyor; “Piyanoda her şarkıyı çalabilmesi bir yana, en zor konçertoları bile değişik enstrümanlarla çalabiliyordu, özellikle yorumlarından etkilenenler sayısızdı. İnanılmaz güzellikte yağlıboya resimler yapıyordu. Resimlerini çekici kılan kendi keşfettiği bir boya türüydü ve bu bir sırdı. Vanloo bu resimlerdeki renklerden çok etkilenmişti ve bir çok kere bu sırrı onunla paylaşması için rica etmişti. Ama sır hiçbir zaman açığa çıkmadı. Aslında mucizelerin kaynağı engin kimya ve fizik bilgisiydi. Her zaman sağlıklıydı ve bunun nedeni gizemli bilgilerdi. Üstelik bir insana nasip olabilecek yaşam süresinin çok üzerine çıkması yine bu bilgilerin hikmetiydi."

Çaykovski bir hırsız mıydı?

Bu nitelikleri Kont’u Madam de Gergy’nin gözdesi haline getirmişti. Daha ilk günden başlayıp uzun yıllara yayılan ilgi Venedik’teki ilk karşılaşmayla başladı. Madam de Gergy, uzun yıllar sonra bile 25 ‘inde görünmesini sağlayan bir iksiri Saint Germain’den almıştı. Madam de Gergy’nin inanılmaz gençliğine tanıklık edecek yaşıtı olan bir çok yaşlı erkek vardı ve bu yaşlı centilmenler bu sırrı sorguluyorlardı ama asla bir sonuç elde edemediler. Bir müzik kenti olan Paris´de o gerçekten bir ustaydı. Versailles’te bulunduğu sırada kemanla birçok konserler verdi ve bir keresinde bir senfoni orkestrasını yönetti. Eski bir İngiliz şarkısı olan “Oh, Woulds Tough Know What Secret Charms”ın da içinde olduğu besteleri yayınlandı. 1760’da yeni şarkılar besteledi ve 1780’de keman için bir solo grubu oluşturdu. Eleştirmenler onu çalışkan ve kabiliyetli bir sanatçı olarak tanılıyordu. Ayrıca konserleri ve besteleriyle dikkatleri üzerine çekiyordu ve iyi bir nota müzisyeniydi. Bir konser icracısının, alet çalmasını yalnızca Fransız bestecisi Rameau övmüyordu, en inanılmazı da öldüğü zaman Çaykovski’nin kağıtları arasında onun bestelerinin bulunmasıydı. Rusya’daki bu garip olayın bir diğer yönü de, bir Rus bestecisinin onun bestelerini sahiplenmesiydi. Bu olay şöyle anlatılıyor; “St. Germain Kontu, St Petersburg’da Kont Rotari adlı bir ressamla yaşıyordu. Bu ressamın mükemmel portreleri Peterhof Sarayı’nda sergilenmektedir. St. Germain, iyi bir keman virtüözüydü, tek başına bir orkestra gibiydi. Rus besteci N. Pyliaeff için besteler yapmıştı ve besteler Kontes Ostermann’a ithaf edilmişti. Tarih yaklaşık 1760´idi. N. Pyliaeff bu besteleri nedense sahiplendi. Eserlerin bazılarını satın aldı ve bir süre elinde tuttu. Daha sonra onları ünlü bestekar Peter Çaykovski’ye hediye edermişcesine verdi. Böylece bestekar öldüğünde besteler kağıtlarının içinde bulundu. Fakat N. Pyliaeff, St. Germain’in bestelerindeki gizli düzenin kimse tarafından taklit edilemeyeceğini düşünüyordu.” Kısacası Çaykovski´nin, Kont St. Germain´ın bestelerini çaldığı resmen iddia ediliyordu. Daha öte gariplikler de var; Kont St. Germain, aynı cümleyi aynı anda iki eliyle de yazabiliyordu. Sonra bu iki nüshayı ışığa tutunca fotokopi makinesinde çoğaltılmışa benziyordu. Bir okuyuşta bir metni tekrarlayabiliyordu, beyninin iki yarısı, bağımsız olarak işlevlerini yerine getiriyordu. Bunu kanıtlamak için ise sağ eliyle aşk mektubu sol eliyle mistik bir şiir yazardı. Aynı anda da şarkı söylerdi. Yine J. Cooper Oakley´e dönelim; “Bütün bu tuhaf anlaşılmazlar içinde 18. Yüzyıl´ın en evrensel ve dikkat çekici mistik ismi Kont St. Germain’dir. Arada bir romantik bir kahraman, belki bir şarlatan veya dolandırıcı ya da bir maceraperestdi. Hep bu tür sıfatlarla değerlendirildi. Onu değerlendirenler güçlü ve zengindiler, genelde nefret edilen ve erkeklerin çok azının sevdiği, dönemi boyunca kendini saklayan biriydi. Daha önceleri de, şimdi olduğu gibi, majisyenler ve simyacılar şarlatan olarak değerlendirilmişlerdir ve çok az insan bu gizemin gücünü farkedebilmiştir. Kralın arkadaşı ve sağ kolu olarak birçok insanı kıskançlığa sürüklüyordu. Bilgileriyle “Batı’ya” yardım etmek istedi ve birçok ulusu fırtına yüklü bulutlardan kurtardı. Eyvah! Ne yazık ki, uyarı dolu sözlerini ancak sağır kulaklara ulaştırabildi ve tavsiyeleri gerçekten dikkate alınmadı.”

"Gizli Kardeşlik" yine karşımızda;

St. Germain’i takdir eden bir başka kadın da ünlü gizemci ve Teosofi Örgütü´nün kurucusu Madame Blavatsky´idi. Blavatsky onu şu sözlerle anlatıyor: “Eğer bir şarlatan olsaydı, uzun yıllar boyunca sayısız zeki ve yetenekli devlet adamının ve asillerin takdirini kazanabilir miydi?” Manly Hall’ın Gül-Haç´ı, simyayı, masonları ve diğer mistik bilimleri anlatan, kapağında Prens Rakoczy’nin resmi olan kitabında şöyle yazıyor: “Biri ona kendisiyle ilgili birşey sorduğunda babasının gizli bir düşünce, annesinin ise gizem olduğunu söylüyordu. St. Germain Kontu, Doğu konsantrasyonunun prensiplerini iyi bilen bir üstattı. Çok defa, yoga yaparken görüldü. Himalaya’larda bir inziva köşesi vardı, burada kendini dünyadan tamamen soyutluyordu. Bir iddiaya göre tam 85 yıl Hindistan’da kaldıktan sonra Avrupa’da tekrar ortaya çıktığı söyleniyordu. Sık sık kendinden yüce bir gücün kurallarına uyduğunu tekrarlardı. Söylemediği şey ise, bu üstün gücün bir “Gizem Okulu” olduğu ve onu gizli bir görev için Avrupa’ya gönderdiğiydi. Kont Saint Germain ve Francis Bacon, “Gizli Kardeşlik” tarafından son bin yıldır insan içine salıverilmiş iki önelmi isimdi. (Manly Hall burada bu iki kişinin aslında aynı kişi olduğunu ve Francis Bacon’un esrarengiz ölümünü ima ediyor. Edebiyat eserlerine konu olan, mistik hikayelere karışan bir insan 1624’te öldükten sonra nasıl olur da mezarından kaybolur? Bir kaç farklı kimliğe girerek, düşüncelerini felsefi, dramatik, ve edebi yönden yaymak istiyor olabilir miydi?)

Binlerce yılın bilgisini taşıyor;

Kont Saint Germain, Gnostikleri ve Gül-Haç´ın Fransız Devrimi´ni bile etkileyen fikirlerini 18 Yüzyıl boyunca yaymaya çalıştı. Lord Bulwer Lytton’un “Zazani” adlı romanının konusunun Count St Germain’in hayatı ve yaptıkları olduğu iddia ediliyor. Masonik törenlerde ilk adımın atılmasındaki önemli figürün ise Kont St. Germain olduğu artık biliniyor. Butler’e göre, "Zazani" adlı kitap Madam Blavatsky’yi etkilemiş ve sonradan başladığı dinbilimsel hareketin temelini oluşturmuştur. Kitabın gerçek kahramanı, yazar Bulwer’in de yakından tanıdığı, gençlik iksirini ve diğer simyasal gizemleri, otların gücünü, Fransız ihtilalinin arkasındaki Rosucrician gizemini bilen Kont St Germain’den başkası olabilir mi? Manly Hall, St Germain’in Francis Bacon’la olan benzerliğini şöyle tanımlıyor: “Cahil ve amaçsız ukalalığın arkasında net ve açık bir şekilde görülen şahsiyet Kont St Germain´dir. Eski bilgeliğin efendisi, unutulmuş doğruların bilgesi, merak edilen antik sanatların profesörü olan bu kişi, bir yandan da modern dünyanın metafizik yanını ve geleneklerini, 50 yüzyıllık bir çalışmanın ürünlerini Kont St Germain adıyla yaymaktadır. Binlerce kez sorulan soru şudur; St Germain Kontu, doğa kanunlarına ait bu ilginç bilgileri nerede saklıyor? Yüzyıllardır kendini nasıl yeniliyor? Nasıl ölümsüz olabiliyor? Tüm insanlığı kaçınılmaz sona götüren sırrın çözümü nedir? St Germain Kontu, Mısır ve Yunan´da yaşamış bir çok filozofun kardeşi olarak onların temsilcisi ve sözcüsüdür. Bize birçok işaret yolladı, aklıyla da birçok kişiyi şaşırttı. Bir adam ki, 2000 yıldır skolastik mütevaziliği ile varoluyor.”

Modern bilimin babası, deneysel felsefenin kurucusu insan aklını Aristo’nun arınmış skolastik felsefesinden kurtaran kişi Francis Bacon’dur. İngiltere’deki yapay ölümünden sonra Bacon Avrupa’da Masonların ve Rosicrucian’ların başı olarak ortaya çıktı. 17. ve 18. Yüzyıl´da Avrupa’da, 19 Yüzyıl´da ise Uzak Doğuda görüldü. İddilara ve bazı ciddi kanıtlara göre, Bacon ve St Germain Kontu aynı kişiydiler ve uzun bir yaşamın iki bölümünü oluşturdular. Görünüşünü ve statüsünü hiç değiştirmedi, hep aynı kaldı. Bilinen üçyüz yıllık yaşamı boyunca iki kişiliğiyle de başarılı bir tablo çizdi. Bütün bunlar bir efsaneden başka birşey değil mi? Yüzyıllar içinde büyümüş ve gerçeklerin elbisesine bürünmüş bir masalı mı okuduk? Ama kaynaklar çok sağlam, bu yazıda okuduklarınız bunların çok azı. Kesin olan şey, Kont St. Germain´ın gerçekten yaşadığıdır ama yüzyıllardır yaşıyor olabilir mi ve hala sağ mı? Öyleyse şu anda nerede? Acaba Kont St. Germain, günümüzde bildik, tanıdık bir kişiliğe bürünmüş olabilir mi? Bu soruların cevapları şimdilik yok, gelecekte belki olabilir...

Astral Seyahat Teknikleri



“İNSAN, GİZLİ KALMIŞ ŞEYLERİ BİLMEK İÇİN NE KADAR ÇABALASA DA, GERİYE SAYILAMAYACAK KADAR ÇOK ŞEY KALIR Kİ HAKKINDA ANCAK “SANIRIM” DİYE KONUŞABİLİR”
Friedrich Von Logan.

Bu yazımız ,daha önce de belirttiğimiz gibi biraz uzun ,alıntılar ve yorumlarla harmanlanmış olacak.Hemen burada alıntılarımızın çoğunluğunu oluşturacak olan Robert Monroe-Journeys Out Of Body kitabını bulursanız bir göz atmanızı tavsiye edeceğim. Astral Seyahat Teknikleri - D. Scott Rogo, Kabala Musevi Mistiklerinin Yolu – Perle Epstein ve Yeni Başlayanlar için Astral Seyahat-Richard Webster…Hadi başlayalım!



Astral Boyut Nedir?

Astral, fiziksele en yakın boyuttur. Tüm düşünceleri yakalayan ve tutan kocaman zihinsel bir ağ gibi dünyayı kaplar ve ona nüfuz eder. İçeriği, dünya zihninin kollektif bilinci tarafından yaratılmıştır. Dünyadaki tüm yaşayan varlıkların bütün düşüncelerini, hafızalarını, fantezilerini ve rüyalarını içerir. Onun içinde duygudaş etkileşim, veya benzer benzeri çeker yasası, bu zihinsel malzeme okyanusunu böler ve onu havuzlara ve seviyelere ayırır. Bu düşünce havuzları genellikle astral düzlemler, astral dünyalar, astral alt-dünyalar ve astral alemler olarak adlandırılır.
Astral boyut astral malzemeden oluşmuştur ve uygun bir şekilde zihinsel malzeme olarak tarif edilir. Zihinsel malzeme düşünceye karşı çok duyarlıdır ve her türlü şekle ve forma dökülebilir. Bu yaratımlar o kadar mükemmellerdir ki gerçekten ayırt edilemez.
Zihinsel malzemeyi açıklamanın en iyi yolu astral maddeyi ışığa tutulmamış, yüksek hızlı fotoğraf filmiyle mukayese etmektir. Bu film ışığa tutulup fotoğraf makinasının lensi tarafından odaklanıldığında filmin ışığa verdiği kimyasal tepkime sayesinde gerçeğin mükemmel bir görüntüsü anında filmin içine işleyecektir. Astral madde düşünceye maruz bırakılıp zihnin lensi tarafından odaklanıldığında, astral malzemenin düşünceye verdiği tepkime sayesinde gerçeğin mükemmel bir görünümü anında astral malzemeden oluşacaktır. Astral boyuttaki herhangi bir yaratımın karmaşığı ve dayanıklılığı büyük ölçüde onu yaratan zihnin gücüne bağlıdır.

Rüyalar

Bilinçaltı zihin rüyaları şu şekilde yaratır: Bilinçaltı zihin uyku esnasında astral boyuta kendini ayarlayarak istediği herhangi bir senaryoyu yaratabilir. Bu, bilinçaltı zihnin problem çözme ve bilinçli zihinle iletişim kurma yöntemidir. Bir seri karmaşık düşünce formu senaryoları yaratır ve onları astral boyutun zihinsel malzemesine projekte eder ve orada onlar katı bir hale gelir. Bilinçaltı zihin sonra rüya halinde, bu yaratılmış senaryoları yaşar ve deneyimler. Bu, bir yönüyle sinema perdesine (astral boyut) projeksiyon yapan bir film makinasına (bilinçaltı zihin) benzer.

Düşünce Formları

Gerçek dünyadaki herhangi bir yeni obje bir süre geçtikten sonra astral boyuta sindirilir. Onun düşünce formu temsili, ilk olarak fiziksel boyuta yakın olan astralin alt bölümlerinde gelişmeye başlar ve zaman geçtikçe daha fazla kalıcı hale gelir. Tüm düşünce formlarında olduğu gibi, ona ne kadar dikkat edilirse o kadar hızlı gelişir.
Astral boyutun daha üstlerinde, fiziksel plandan uzaklarda, fiziksel dünyadan gelen az sayıda düşünce formu, (bizim bildiğimiz anlamda) bulunur. Fiziksel şeylerin, yüksek astralde belli bir şekil alıp belirmeden önce onun içinde çok uzun süre kalmaları gerekir.
Hiç karanlıkta yabancı bir evin içinde gezinmeyi denediniz mi? Her şeye çarpar durursunuz. Ama etrafınıza aşina oldukça çevrenizin zihinsel bir resmi zihninizde belirir ve etrafta yolunuzu daha iyi bulursunuz. Bu evde ne kadar çok vakit geçirirseniz bu zihinsel resim de o kadar güçlü olacaktır. Bu, diğer boyutlarda nesnelerin düşünce formları olarak asimile edilmesi ve büyümesine benzer.
Astralde düşünce formlarının oluşması aynı zamanda geri yönde de işler. Eğer fiziksel bir obje uzun zamandan beri ortalıktaysa, astralde daha uzun süre dayanan bir düşünce formu etkisi yaratacaktır. Obje yok edildikten veya yeri değiştirildikten sonra onun düşünce formu kalır. Örneğin astraldeyken evinizde sizin olmayan, sizin eşyalarınızın arasına karışmış duran mobilyalar bulabilirsiniz. Bu durum, bir önceki oturanlara ait, orjinalleri seneler evvel taşınmış eski eşyaların düşünce formları tarafından oluşmuştur.
Eski düşünce formları, yeri değiştirilen fiziksel karşıtlarını takip etmezler. Yenileri astralde belirmeye başlarken eski olanlar yavaş yavaş çözülmeye başlar. Bir nesne bir yerde ne kadar uzun süre kalırsa orada bulunan düşüne formu da o kadar güçlü olur. Bu durum aynı zamanda binalara, yapılara ve jeolojik özelliklere de uygulanabilir. Bir parka projeksiyon yaparsınız ve orada kesinlikle orada olmadığını bildiğiniz bir ev, köprü, dere, tepe vs… bulursunuz. Bunlar geçmiş zamanlarda var olmuş olabilirler. Astralde ne kadar yukarı giderseniz, düşünce formları veya içinde bulunuyor gibi göründüğünüz zaman o kadar eski olur.
Bir düşünce formunun büyüme oranı büyük çapta ona gösterilen dikkat miktarına dayanır. Örneğin, milyonlar tarafından sevilmiş, seyredilmiş ve yoğun bir şekilde düşünülmüş ünlü bir tablo, birinin yatak odasında asılı olan ve birkaç kişi tarafından görülen sıradan bir tabloya nazaran çok daha kuvvetli bir düşünce formuna sahiptir. Astralde rasladığınız düşünce formu sayısı aynı zamanda fiziksel plana ne kadar yakın olduğunuzla alakalıdır. Gerçek zamanlı bir projeksiyonda veya Beden dışı deneyimde olduğu gibi, eğer çok yakınsanız pek az düşünce formu bulunur. Gerçek zamanlı bir BDD’de tam olarak astral boyutta değilsinizdir ama astral ve fiziksel boyutlar arasındaki bir tampon bölgede astral form olarak bulunursunuz.

Astral Görüş

Fiziksel bedende 220 derecelik görüş açısına sahibiz. Örneğin, sadece önümüzü, arkamızı değil, ve aynı anda yukarı ve aşağıyı görürüz. Bu, küresel görüştür. Projeksiyon esnasında, alışkanlık bizi sadece ön görüntü olarak hissettiğimiz tek bir yönde dikkatimizi toplamamıza neden olur. Arka görüntü, yukarı, aşağı, sol, sağ hepsi oradadır ve aynı anda görülebilir ama bunların hepsi bir anda beyin tarafından özümsenemez. Bu beynin bir yaşam boyu sürmüş olan ön görüntü alışkanlığına ters düşer. Küresel görüntü; tüm yönleri, yukarı, aşağı, sağı, solu, önü ,arkayı aynı anda görebilen çok taraflı kocaman bir göz olmak gibidir.
Astral bedende herhangi bir fiziksel organınız yoktur. Mesela gözler. Siz uzayda süzülen, fiziksel olmayan bir bilinç noktasısınız. Aynı zamanda yer çekimi ve diğer fizik yasalarından da etkilenmezsiniz. Bu haldeyken yukarı veya aşağı, geri veya ileri, sağ yada sol yoktur. Projeksiyon esnasında bizi bu perspektife mecbur eden yaşam boyu süren süren alışkanlığımızdır.
Eğer astralde etkin bir şekilde iş görmek istiyorsanız küresel görüntüyü anlamak önemlidir. Bu özellikle fiziksel boyuta yakın olduğunuz zamanlarda böyledir. Küresel görüntü çoğunlukla size bir ayna görüntüsü boyutunda veya gerçekliğin tersten bir kopyasında olduğunuzu zannetmenize yol açacaktır. Bu demektir ki, örneğin eviniz ters yüz edilmiş gibi görünecektir. Bu durum, projeksiyon esnasında orijinal doğal bakış açınızı kaybettiğinizde sizin tarafınızdan kaynaklanmaktadır.
Projeksiyon esnasında bir noktada yönünüzü şaşırırsınız ve normalden daha farklı bir bakış açısı edinirsiniz. Örneğin düşünmeden dönmüş, tepetaklak veya tersyüz olmuş olabilirsiniz. Bu sizin doğal sol sağ, yukarı aşağı bakış açınızı değiştirecektir. Bu durum bilinçaltı zihninizi bulunduğunuz yeri tersine çevirmesi konusunda kandırır böylece bilinçaltı zihniniz düzgünce iş görebilir.
Astralde fiziksel bir bedeniniz olmadığı için eğer geri bakmak isterseniz dönmenize veya hareket etmenize gerek yoktur. Sadece bakış açınızı geriye doğru yönlendirirsiniz. Bu, hareket edilmeden yapıldığında ayna görüntüsü etkisini oluşturur. Bu, bir bakıma arkayı görmek için aynaya bakmaya benzer.


*****


Fiziksel beden uykuya daldıktan sonra astral beden daima fiziksel dünyaya projekte olur. Bir kere enerji beden genişlediğinde astral beden serbestçe süzülür ve fiziksel bedenin üzerinde, genişlemiş enerji bedenin etki alanı içinde asılı kalır. Bu alan içinde, kordonu aktivitesinin alanı olarak bilinir, astral beden eterik madde alanı içinde olduğundan dolayı fiziksel dünyaya yakın durur.
Bilinçli bir astral projeksiyon esnasında sanki doğrudan astral plana (aleme) projeksiyon yapıyormuşsunuz gibi görünebilir. Ama fiziksel plana yakın bir astral beden olarak varlık gösterdiğinizde, başlangıçta her zaman bir ara safha vardır. Bu, projeksiyonun gerçek zamanlı bölümü eğer projeksiyon anında bilincinizi kaybederseniz kaçırılabilir. Kordon aktivitesi alanı dahilinde olan bedenin etrafındaki alan eterik maddeyle doludur ve bu alan içinde astral beden fiziksel plana yakın olarak gerçek zamanda tutulur.

Eterik Madde

Eterik madde, sadece yaşıyor olmak suretiyle tüm canlı varlıklar tarafından üretilen yaşam gücüdür. Fiziksel madde ve astral madde arasında arasında, yarı fiziksel yarı astral bir malzemedir. Bu eterik madde asli bir ağırlığa sahiptir. Madde ve eneri arasında bulunan çok rafine bir maddedir ve kuzeni, ektoplazmaya benzer.
Bu fenomen üzerine bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Hastanelerde ölmek üzere olan hastaların yatakları, ölüm öncesi hassas tartıların üzerine yerleştirilmiş ve bu hastalar EEG ve ECG izleyicilerine bağlanmıştır. Tüm vakalarda, tam ölüm anında, bir ons’un yaklaşık çeyreği kadar bir ağırlığı kaybolduğu gözlenmiştir. Bunun nedeni, fiziksel ölüm anında çok miktardaki eterik maddenin astral vücuda nakledilmesidir. Bu durum, bedenin ölüyor olduğunu zannettiği yakın ölüm deneyimleri esnasında oluşan eterik maddenin aniden astral bedene nakledilmesi olayına benzer.


Ektoplasma

Ne demek bu ektoplazma? Trans hali sırasında medyumların vücutlarından, genellikle ağız, burun, kulak gibi organlarından çıkabilip havada yayılan, kimi zaman gözle görülebilen ve elle dokunulabilen, amorf, seyyal maddelere verilen addır. Kimyasal analizinin Alman bilim adamı ve psişik arastırmacı A. Schrenck-Notzing tarafından yapılmasıyla, önceleri seans odalarında fotoğrafları çekilmekle yetinilen ektoplazma, kuramsal bir madde olmaktan çıkmıştır. Kimyasal formülü söyledir: C120 H1134 N218 S5 O249

Schrenck-Notzing, "teleplazma" adını verdiği lenf sıvısını andıran bu maddede yağ zerrelerine, insan hücrelerine ve bol miktarda lökosite rastlamıştır. Schrenk*Notzing bu maddenin bileşiminin yarısının su olduğunu ve içinde albümin ve kükürt bulunduğunu saptamıştır.

Çok özel niteliklere sahip bu madde, medyumun etkisi altında türlü biçimlere (yüz, el, ayak) girebilmekte ve bazen bir insan görünümü kazanabilmektedir. Medyumdan ayrı bir insan görünümünün meydana geldiği bazı hallerde, ektoplazmik oluşumun tıpkı bir insan gibi nefes alıp verdiği ve iç organlara sahip olduğu saptanmıştır. Bu yüzden, bu ektoplazmik oluşumlar kimi yayın organlarında “ruhların fotografları’ diye yer almıştır. Ancak, spiritüalistlere göre, maddi olmayan bir varlık olan ruhun fotografı çekilemez; dolayısıyla bu fotoğraflara “ruhların etkisi altında biçimlenen ektoplazmik tezahürlerin fotoğrafları" demek daha doğru olur.

Ektoplasma üzerinde buna benzer bir şekilde çalışılmıştır. Materyalizasyon medyumları hassas tartıların üzerine çıkarılmış ve başka bir hassas tartının üzerinde ektoplazma oluşturmaları kendilerinden istenmiştir. Bu medyumların, tartılan ektoplasmanın ağırlık kazanması oranında hafifledikleri gözlenmiştir. Medyum ektoplazmayı yeniden absorbe ettiğinde ise ağırlık nakli tersine dönmüştür. Ektoplazma çakralar tarafından üretilir. Medyumun vücudunun fiziksel kütlesinin bir kısmı bir başka maddeye, ektoplazmaya dönüşür.


Planlar Arası Tezahür

Herhangi bir fiziksel olmayan veya ölmüş varlık, astral bedende dahil olmak üzere, fiziksel plana (alem) yakın olarak gerçek zamanlı fonksiyon gösterebilmesi için eterik maddeye sahip olmalıdır. Eterik madde olmaksızın fiziksel olmayan varlıklar kendi ait oldukları plana doğru kaybolurlar. Eterik madde sadece fiziksel dünyanın canlı sakinleri tarafından üretilebilir.

Enerji Akışı

Ünlü ”gümüş kordon” [astral bedeni fizik bedene bağlayan "göbek bağı"] sadece iki bedeni birbirine bağlamaktan daha fazla işe yarar. O gerçek bir göbek bağıdır, fiziksel ve seyyal bedenler arasında veri ve enerji gönderir. Bazı projeksiyon yapanlar tarafından görülür bazıları tarafından ise görülmez. Bazen göbekten bazen de alından çıktığı görülür. Kordonun çıkıyor göründüğü yer çakra aktivitesine göre değişebilir. Hangi çakra daha güçlü ve aktifse, o seyyal bedenlere enerji akışını kontrol ediyor olabilir. Aynı zamanda projeksiyon yapanın inanç sistemi ve bilinçaltının yaratıcı gücü de düşünülmesi gerekmektedir. Kordon genelde siz onun nerede olduğuna inanıyorsanız orada olacaktır, bilinçaltının keyfine göre.
Bir kere astral beden, astral plana girdiğinde bu planla kuvvetli bir şekilde etkileşime geçebilmek için çakralardan gelen iyi bir astral enerji tedariğine sahip olmalıdır. Net astral hafıza büyük ölçüde varolan enerji miktarına dayanmaktadır. Astral plan astral bedenin doğal ortamı olduğundan dolayı, o enerji eksikliği sebebiyle eriyip bitmez. Aynı şekilde bir insanın birkaç gün boyunca bir şey yiyip içmediğinde bir başka plana doğru çözülmeyeceği gibi. Sadece yorgun ve bitkin kalır ve fiziksel dünyayla yeterince kuvvetli etkileşime giremez.
Sonuç olarak durum şundan ibarettir: Astral zihin güçlü ve canlı anılara sahip olabilmek için yeterli enerjiye sahip olmalıdır. Bu astral anılar fiziksel beyinde hacimli bir kıvrım oluşturacak kadar kuvvetli olmalıdır, böylece fiziksel zihin uyandığında onları hatırlayabilir.
Örneğin, birkaç gündür uyumadınız ve yorgun ve bitkinsiniz. Gerçekle olan etkileşiminiz zayıf ve belirsiz olacaktır. Bu yorgun haldeyken bir film seyrettiğinizde ondan geriye pek az anı hatırlarsınız. Daha sonra ondan sadece bölümler hatırlayabilirsiniz ve onun hakkındaki anılarınız belirsiz bir bulanıklık olur. Yalnız, eğer iyi dinlenmiş, canlı ve enerji dolu bir halde film izlerseniz, bu sefer durum farklı olur. Film hakkında herşeyi alırsınız ve keyfini çıkarırsınız. Anılarınız kristal berraklığındadır.
Bu durum düşük güç seviyesindeki bir astral seyahatten sonra olanlara benzer. Astral bedenin güç eksikliği vardır böylece seyahat hakkında yeterli berraklıkta izlenimlere sahip değildir. Böylece fiziksel bedene döndüğünde kendi anılarının baskın olmasını sağlayamaz. Önceden belirttiğim gibi eğer bir kıvrım fiziksel beyine nüfuz ettirilecekse ve deneyim hatırlanacaksa canlı ve net anılar gereklidir.


Çakraların Kullanımları

Çakraları tamamen geliştirme ve onları kontrol etmeyi öğrenmek, doğal yeteneğe bağlı olarak seneler sürebilir. Yalnız, bu durum, gelişiminizin başlarındayken onları en temel şekillerde kullanmanıza ve BDD ve lusid rüyalarınızı arttırmanıza engel olmaz. Enerji arttırmak ve çakraları canlandırmak gayet basit bir iştir. Arttırılmış enerji, projeksiyon öncesi ve süresince otomatik olarak astral bedene akacaktır.
Enerji arttırmayı ve çakralardan geçen güç akışını kontrol etmeyi öğrendikçe , rüyalarınızın doğası, lusid rüyalarınız ve BDD’leriniz değişecektir. Canlı ve unutulmaz deneyimlere dönüşeceklerdir. Bu, bir nevi size eğlenebileceğiniz, öğrenebileceğiniz ve onlardan destek alıp gelişebileceğiniz zengin deneyimlerle dolu ikinci bir yaşam verecektir.

Yüksek Seviyeler ve Sınır Bölgeleri
Genel olarak kabul görmüş yedi varoluş seviyesinin en düşükten en yükseğe kadar, olanlar şunlardır: Fiziksel, Astral, Mental, Budik, Atmik, Anupadaka ve Adi. Bu yüksek planlar yapısal olarak astral plana benzer ama çok daha üst seviyeli bir bilinç seviyesindedir ve astraldan tamamiyle ayrıdır. Farklı seviyelerin aralarında bazen alt planlar olarak da adlandırılan ara bölgeler veya sınır bölgeleri bulunmaktadır.
Değişik planlar ve onların sınır bölgeleriyle ilgili uygun bir analoji dünyanın atmosferidir. Eğer dünya atmosferindeki hava astral plansa, stratosfer sınır bölgesi ve uzayın vakumu da zihinsel plan olacaktır. Dünya atmosferinde normal bir uçakla/astral bedenle uçabilirsiniz. Staratosfere gidebilmek için kuvvetli bir jet uçağına ihtiyaç duyarsınız ve uzayda yolculuk yapmak içinde bir uzay gemisine/zihinsel bedene ihtiyaç duyarsınız. Bu, değişik varlık seviyelerine seyahat etmek için neden farklı seyyal bedenlere ihtiyaç duyulduğunu açıklar.


Yüksek Seviye Projeksiyonu

Çakralar üzerinde yeterli kontrol sağlandığında, bu yüksek seviyelere uygun enerji üretilebilir. Belli bir tip enerjinin üretimi bilinci o seviyeye yükseltecek ve ona denk gelen seyyal bedene enerji verecektir. Bu genelde bilinç arttırma meditasyonuyla veya çakralar üstünde ileri seviyede bir çalışmayla yapılır. bilinç bundan sonra o farkındalık seviyesini deneyimleyebilir. Eğer yeterli enerji varsa ve şartlar müsaitse meditatör, o sözkonusu seyyal bedeni doğrudan kendi doğal boyutuna projekte edebilir.
Uygulayıcının beceri ve doğal yeteneğine bağlı olarak, eğer yüksek bir bedene enerji verilir ve projekte edilirse, genelde, düşük seviyedekilere de aynısı olur. Astral beden içinde tüm diğer seyyal bedenleri barındırır ve bir projeksiyon esnasında mental bedeni mental plana projekte eder ve bu şekilde diğer bedenleri de. Bu durum bazen bir projeksiyon esnasında birden fazla anıya sebebiyet verir. Genel kural şudur: Hangi seyyal beden daha fazla enerji miktarına sahipse, o en güçlü anılara sahip olacaktır. Atıl haldeki bu anılar, fiziksel beden uyanık hale geldiğinde fiziksel zihin tarafından tutulacak olanlardır.
Astral plandan daha yukarıdaki seviyelere bilinçli olarak projeksiyon yapmak yüksek seviyede yetenek gerektirir. Hem bilinç arttırmada hem de çakra kontrolünde etkin olmalısınız, yine de bu durum ulaşılabilirdir. Ben, şimdiye kadar , Astral, mental, budik ve atmik varlık seviyelerine projeksiyon yaptım. Genellikle bir insanın astral, mental, ve budik seviyelere projeksiyon yapabileceği ve yüksek Adi ve Anupadaka seviyelerine giremeyeceğine inanılır.
Bu planlar adlandırılmış ve tanımlanmıştır, demek ki birileri oraya gitmiş olmadır yoksa onları bilmiyor olurduk. Eğere zihnin gerçek doğasını açığa çıkarırsanız anlarsınız ki sınırlar yoktur. Bir zamanlar ses duvarının asla aşılamayacağı söyleniyordu.
Not: Bu planlarda üzerinde şu tür yazıların olduğu levhalar bulunmamaktadır ” Astral plana hoşgeldiniz, ta taa!” veya ”Zihinsel plan, aman zihne dikkat!”.

Astral Plan

Burası Alis harikalar diyarındaki gibi baş döndürücü bir dünyadır. Herşey objektif (gerçek) görünür ana değişebilir ve akışkandır. Orada herşey bulunabilir, tabanda, seksüel enerjiyle dolu kaba düzeylerden; çok güzel, spiritüel uyumla dolu sakin yerlere kadar. Burada zamanın biçimi bozulmuş ve genişlemiştir. Astraldeki bir saat burada, fiziksel dünyada sadece birkaç dakika gibi görünebilir. Fiziksel dünyayla karşılaştırıldığından çok daha yüksek bir frekanstadır. Her ne kadar oradayken bunu fark etmeseniz de bu durum, bir video kasetini normal hızından 20 kat daha hızlı göstermeye benzer.
Astral rüya havuzları arasında gezinmek pek çok projeksiyon yapan kişi için genelde bir deneme yanılma olayıdır. Belirlenmiş realitelere planlanmış yolculuklar yapmak çok deneyim gerektirir.
Bu planda sonsuz sayıda realite, düzlem, krallık ve rüya havuzu bulunmaktadır. Daha önceden belirttiğim gibi, bunlar doğal olarak ayrılır ve onlarla ilişkili düşünce havuzlarına yerleşirler. Uykuda veya lusid rüyada, bilinçaltı genelde sizin için özel bir tane yaratır, yani sizin kişisel rüya tiyatronuzu. Rüyada farkındalığı sağladığınız zaman onun üzerinde kontrol sahibi olursunuz. Bu kontrol güçlü bilinçaltından alınmıştır. Onun güçlü kontrol etkisi olmadan, sizin rasgele yaratılmış krallığınız değişecektir. Astralin diğer duygudaş bölümlerine kendinizi ayarlamaya başlayacak ve içinde bulunduğunuz realite farklı bakış açılarından gelen diğer realitelerle karışacaktır.
Astral plana yapılan bilinçli bir projeksiyonda, onun herhangi bir bölümüne kendinizi ayarlayabilir ve değişik realitelere, diğer rüya havuzlarına ve bunlardan pek çoklarının karışımına seyahat edebilirsiniz. Bunu yapmanın bazı yolları vardır ve bunların hepsi bir şekilde bilinçaltı zihni yolundan çıkarıp, sizi değişik bir astral realiteye taşıması konusunda kandırmakla ilgilidir. Bazı projeksiyon yapan kişiler ellerine bakar ve eriyişlerini seyreder. Diğerleri kendi etrafında dönerek sağ solun ters dönmesine sebep olurlar. Tüm bu metodlar zihni yolundan alır ve onu astralin bir başka bölümüne kendini ayarlaması konusunda onu kandırır.
Seviyeler arasında nasıl gezinildiğini anlatmak çok zordur, bunu gerçekten de deneme yanılma yöntemiyle kendiniz öğrenmelisiniz. Bilinçaltını kullanmak ve kontrol etmenin ve onu belirli bir sonuç elde etmek için kandırmanın yöntemini öğrenmelisiniz.

Alis Harikalar Diyarında

Astral bedeninizi projekte edersiniz ve odada etrafınıza bakınırsınız. Her şey normal görünür ama bir anda kapının yanlış duvarda olduğunu fark edersiniz. Etrafa bakınırken doğal sol sağ beyin perspektifini kaybederek kapıyı arka görüntünüzde görürsünüz. Beyin bunu algılayamaz çünkü ön görüntünüz ve mobilyaların, resimlerin, pencerelerin vs.. pozisyonu normaldir. ama arkanızdaki görüntü ters dönmüştür. Bu durum bilinçaltını kapının olması gerektiğini düşündüğü yerde bir kapı oluşturması konusunda kandırır. Bu kapıya baktığınızda gerçek gibi görünür, yanlış yerde olduğunu bildiğiniz halde. Bir kere yaratıldığında geri gönderilemez çünkü bu bilinçli zihin açısından kabul edilmezdir. Yani somut kapılar gözlerinizin önünde yokolup gitme gibi alışkanlıklara sahip değildir.
Kapının olması gerektiği yere döndüğünüzde genelde normal olarak kapınızı bulacaksınız. Şimdi bir tane olması gerekirken iki veya daha fazla kapıya sahipsiniz. Eğer gerçek kapıdan geçerseniz evin geri kalanını olması gerektiği gibi bulacaksınız. Ama eğer yanlış kapıdan geçerseniz zihniniz onun yanlış olduğunu bilecek ve bu kapının kesinlikle evin normal bölümlerinin orada olmadığını bildiğinden dolayı o bölümlere açıldığını kabul etmeyecektir. Dolayısıyla bu kapıyı açarsanız başka bir şey bulacaksınız.. Bu genelde evinizde olmayan bir koridor veya geçittir ve yine evinizde bulunmayan başka ev bölümlerine gitmektedir.
İşte bu andan itibaren eğer bu kapıdan devam ederseniz harikalar diyarındasınızdır. Burada her şey mümkündür ama pek inandırıcı değildir. Yapmış olduğunuz şey, sonuç olarak, sahip olmadığınız ama artık sahibi olduğunuz o kapıdan geçerek kontrolsüz yaratım vasıtasıyla astral boyuta girmektir. Bir kere bilinçaltı bu şekilde yaratmaya başladığında bu geometrik oranda bunu yapmaya devam eder. Bunu bilinçli zihnin içinde bulunduğu tuhaf durumu algılayabilmesi için yapmak zorundadır. Bu yaratıcı fırtınanın içinde bir noktada, bilinçaltı kontrolü tamamen kaybeder ve astral boyutun farklı bölümlerine kendini ayarlamaya başlar. Projeksiyonun bu kısmında tüm gerçeklik görüntüsü kaybolur ve tamamen astral boyuta girilir.
Projeksiyon esnasında ”Alis” etkisinin oluşabileceği pek çok yol vardır. Yukarıdaki örnek sadece bir varyasyondur. Pek çok projeksiyon yapan kişi tarafından belirtildiğine göre, projeksiyon esnasında bir anda kontrol kaybedilmektedir. Objeler belirmekte, kaybolmakta ve genel olarak her şey biraz tuhaflaşmaya başlamaktadır. Bu durum basitçe, bilinçaltının geniş yaratıcı yeteneğinin tetiklenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Nesneler yapmaya ve geri kaybetmeye başlamakta, astralin başka alanlarına kendini ayarlamakta ve genelde projeksiyon yapan zavallı kişi için her şeyi zorlaştırmaktadır.
Bu problemin üstesinden gelmek için: Projeksiyon yaparken ne yapıyor olduğunuza konsantre olun ve zihninizin ayak sürümesine izin vermeyin. Görüntünün geriye dönüşü eğer projeksiyon esnasında ön görüntünüze konsantre olursanız en alt seviyeye inecektir. Bir kerede sadece bir yöne odaklanın. Dönerken odayı görüntünüzle takip edin ve onun bir görüntüden diğerine zap yapmasına izin vermeyin. Eğer ciddi planlarınız varsa astral dinlenmekiçin bir yer değildir.
Yine de bilinçaltının geniş yaratıcı gücü kullanılabilir. Nasıl kullanacağı bilindiğinde o çok değerli bir gereçtir. ” Bu serinin üçüncü bölümünde ”Sanal gerçeklik projeksiyonu” başlığı altında bunu yapmanın anahtarlarını çizeceğim. Böylece kendi kişisel astral aleminizi yaratabileceksiniz.

Eriyen Eller

Astral bedeni fiziksel dünyaya yakın bir noktaya projekte ettiğinizde böyle bir bedene sahip olmazsınız. Ama zihin bunun kabul edemez ve kendine eterik maddeden bir düşünce formu yaratır. Eğer bedeninize bakmayı denerseniz, mesela ellerinize, hızla erimeye başladıklarını fark edersiniz. Elleriniz solgun ve tuhaf görünürler, birkaç saniye içinde parmaklarınız alev makinası tutulmuş buz gibi eriyip kaybolmaya başlar. Solgun kütükler gibi kısalırlar ve elinizin geri kalanı ve omzunuzda erimeye başlar. bu erime etkisi sadece özellikle bir vücut parçasını incelediğinizde veya bilinçli olarak bir şey yaramaya çalıştığınızda olur.
Beden parçalarını özellikle bu şekilde incelemek, zayıf yaratıcı güçlere sahip bilinçli zihninizin çok uzun süre karışık şekilleri bir arada tutamamasını kullanır ve bu erime etkisini oluşturan işte budur. Projeksiyon esnasında geçişlerde vücut parçalarını fark ederseniz erime etkisi görünmeyecektir.

Yaratılmış Düşünce Formu Objeleri

Projeksiyon yaparken bilinçli zihninizi obje yaratmada kullanabilirsiniz. Bu düşünce formundaki yaratılmış objelerin sürekliliği sizin yaratıcı imgeleme yeteneğinizin gücüne bağlıdır. Aynı zamanda yaratıma ne kadar zaman ve çaba harcadığınıza da bağlıdır.
Aynı erime fenomeni, astral boyutta yapılan herhangi bir bilinçli yaratımda da kendini gösterir. Örneğin eğer bir kılıç yaratırsanız, siz onu hayalinizde yaratırken elinizde belirecek, kısa bir süre sonra elinize olduğu gibi eriyecektir. Eğer üzerine konsantre olursanız onu şekli bozulmadan bir arada tutabilirsiniz, ama konsantrasyonunuz dalgalandığı anda yaratımda dalgalanır. Bu gerçek dünyada yaptığınız herhangi bir imgelemeye benzer. Zordur ve görüntüyü zihninizde tutabilmek için konsantre olmalısınız. Konsantrasyon dalgalandığında imgelenen edilmiş görüntü de dalgalanır. Bu durum bilinçaltı ve bilinçli zihnin yaratıcı güçleri arasındaki geniş farkı gösterir.
Uzun süreli bir düşünce formu objesi yaratmak için bilinçaltını onu sizin için yaratması konusunda kandırmalısınız. Serinin ilerlerinde bu konuyu daha derinlemesine ele alacağım.

Projeksiyon nasıl oluşur?

Uyku esnasında enerji bedeni, aynı zamanda eterik beden veya yaşamsal örtü olarak da bilinir, durumu ele alır. Genişler, enerji emmek ve depolamak için açılır. Enerji beden, bunu normalde uyku esnasındaki açılmış halinde yapabilir. Bir kere genişlediğinde, çakralar enerji bedene eterik malzeme şeklinde güç akıtmaya başlarlar. Bu şarj olma işlemi esnasında astral beden ayrılır ve rüya yaratıp deneyimleyebileceği astral boyuta kendini ayarlar.
Eğer ayrılma bilinçli olarak yapılır veya olduktan sonra farkına varılırsa onun kontrolünü ele alabilirsiniz. Bu, ondan sonra bir BBD, astral projeksiyon veya lusid rüya olacaktır.
Bir BDD, astral projeksiyon ve lusid rüya arasındaki ana farklar şunlardır:

BDD (Beden Dışı Deneyim)

BDD (Beden Dışı Deneyim) fiziksel dünyaya yakın bir gerçek zamanlı projeksiyondur. Bu genelde bir yakın ölüm deneyiminin bir parçası olarak belirir. Örneğin: trafik kazası, ameliyat, kalp krizi, doğum vs… gibi ağır travmaların sonucunda kişi bedeninden dışarı çıkar. BDD yapanlar, gerçek dünyada gerçek zamanlı olarak fiziksel bedenlerinin etrafında geçen olaylar, konuşmalar gibi şeylerin farkındadırlar. Pek çok olayda kişi bedenine geri döndükten sonra bu olaylar ve konuşmalar onun tarafından aktarılmıştır.
Gerçek zamanlı BDD’nin iki nedeni vardır:
1. Kişinin bedeni ölüme yaklaşmıştır veya böyle olduğunu düşünmektedir. Bu da yüksek miktarda eterik maddenin ölüm sürecine hazırlanan astral bedene aktarılmasıyla sonuçlanır.
2. Kişi, astral bedene eterik madde aktaran aktif çakralara sahiptir, Aktif çakralara sahip olmak doğal bir yetenek olabilir veya eğitimle geliştirilebilir.
Not: Eğer çakralar tarafından yeterli eterik madde üretiliyorsa bilinçli olarak projeksiyon yapabilir ve gerçek zamanlı BDD yaşayabilirsiniz. Bir BDD esnasında gerçeklik objektif (gerçek) olarak algılanır ve zaman (gerçek zaman) da normaldir.
Teknik olarak, bir BDD’de olduğu üzere fiziksel dünyaya gerçek zamanlı olarak projeksiyon yaptığınızda, orası fiziksel ve astral boyutlar arasında, tampon bölgenin sınır alanı içindedir. Eğer astral beden yeterli eterik malzeme barındırıyorsa, gerçekliğin sadece biraz ötesindeki bir safhada bulunmaktadır. Bu, projeksiyonun gerçek zamanlı ve fiziksel boyuta ondan ayırt edilemeyecek ölçüde yakın olduğu anlamına gelir.
Fiziksel dünyaya bilinçli, gerçek zamanlı projeksiyon, BDD yaparken arada kuvvetli doğal bariyerler vardır. Üretilip astral bedene aktarılan eterik maddenin miktarı bunlardan biridir. Çakra gelişimi ve kontrolü seviyesine bağlı olarak gerçek zamanlı projeksiyonun süresini sınırlar.

Astral Projeksiyon

Burası, astral bedenin her şeyin gerçek dünyadan son derece farklı olduğu bir yer olan astral boyuta projekte edildiği yerdir. Zaman dönüşüme uğramış ve genişlemiştir. Örneğin astralde geçirilen bir saat, astralin hangi seviyesinde bulunduğunuza bağlı olarak fiziksel boyutta birkaç dakika gibi hissedilebilir. Gerçeklik akıcı ve değişkendir.

Lusid Rüya

Burası, bir kişinin rüya esnasında rüya gördüğünün tamamen bilincinde olduğu yerdir. Bu kişi ya olayların akışı üzerinde kontrol sahibi olacaktır veya deneyimi bir astral projeksiyona dönüştürecektir. Lusid rüya BDD’den ziyade astral projeksiyona daha çok benzer. Zaman ve gerçeklik değişime uğramıştır.

Astral Projeksiyon mu Lusid Rüya mı?

Pek çok astral projeksiyon yapan kişi bedenlerinden bilinçli çıkış yapamadan bilinçlerini kaybetmekte ve astral boyuttaki farkındalığa dönmektedirler. Fiziksel bedenden tam çıkış olduktan sonra farkındalığı sağlarsınız ve genelde zaten astral boyuttasınızdır. Eğer vücudunuzdan bilinçli çıkış anını kaçırdıysanız teknik olarak bir lusid rüya görüyorsunuzdur, astral projeksiyon değil ; çünkü farkındalık ayrıldıktan sonra sağlanmıştır.
Bu üç projeksiyon tipinin üçü de birbiriyle yakından alakalıdır. Yani astral bedenin fiziksel olandan ayrılmasını ve fiziksel beden olmaksızın ayrı bir gerçekliği deneyimlemesini içerirler.
Akaşik Kayıtlar

Bunlar astral ve mental dünyaların arasındaki sınır bölgelerinde bulunur. Yarı astral yarı mentaldirler ve bir şekilde tüm seviyelere doğru yayılırlar. Kocaman sonsuz bir mental tarih, resim kitabı gibi olmuş olan her bir olayın ve düşüncenin kaydıdırlar. Akaşik kayıtlar aynı zamanda geçmiş olaylardan, hareketlerden ve düşüncelerden oluşmuş ve onlardan kaynaklanan olasılıkları da barındırırlar. Bu bir çeşit geleceğe bakış gibidir. Akaşik kayıtlardan kendi başınıza bir anlam çıkarabilmek için biraz durugörü yeteneği kesin yardımcı olur.
Eğer akaşik kayıtlara kendinizi ayarlarsanız bu olayları normalde çevrelerindeki muazzam enerji miktarlarıyla görürsünüz. Bu yüzden savaşlar ve doğal afetler görülmesi en kolay olanlardır. Bu olayları çevreleten enerji kolayca görünebileceklerini sağlayarak diğerlerinden çok daha üstte bulunur. Eğer geleceğe, olasılıkların alanına doğru bakarsanız gerçek olaylarla karışmış kafa karıştırıcı bir sembolizm fırtınasının içine düşersiniz.
Bu gelecek sembolizmi büyük dinlerin inanç sistemleri tarafından oluşturulmuştur. Dünya üzerindeki milyonlarca insan, binlerce sene boyunca bir şekilde kehanete inanmışlardır. Gerek İncil’deki ”İfşa kitabı” gerekse Nostradamus’un kehanetleri olsun…
Akaşik kayıtlara bakmak sınırsız, zihinsel bir fotoğraf albümünün sayfalarını karıştırmaya benzer. Geçmiş, şimdiki zaman ve olası gelecekten gelen muazzam bir görüntü ve ses seliyle bombardıman edilirsiniz. Bu düşünce kayıtlarından birini seçip kendinizi ona ayarlamalı ve içine girmelisiniz. Ondan sonra bu kaydı sanki gerçekten oradaymışsınız gibi, olurken seyredebilirsiniz.
Eğer yeteneğiniz varsa Akaşik kayıtlara danışma tek başına yapılabilir ama genelde yüksek bir varoluş seviyesinden gelen ileri düzeydeki bir varlığın yardımıyla yapılır. Bu sanki telepatik rehberli bir tur gibi yapılır. Devasa veri miktarı ve gereksiz malzeme sizin için filtre edilir ve geçmiş olaylar veya gelecekteki olasılıklar ….. kütüphaneciyle!! kurduğunuz telepatik bağ üzerinden size durugörüsel olarak aktarılacaktır.
Bazı insanlar akaşik kayıtlara girdiklerini ve içinde gerçek kitaplar bulunan kütüphane gibi bir yer bulduklarını iddia etmekteler. Geçmiş, şimdi ve gelecek bu kitaplarda yazılı halde kayıtlıymış. Hatta bazıları bir kaydı okuduklarını, içine girdiklerini ve kaydı birinci elden yaşadıklarını iddia etmekteler.
Tüm bu iddialar akaşik kayıtlarla tutarlıdır. Akaşik kayıtların sunulduğu kütüphaneci refakatiyle olan bu turlar, kullanımı ve kabul edilmesi kolay aşinalık taşıyan şeyler olarak sunulmuşlardır.
Mental Plan

Burası muhteşem bir plandır. Nabız gibi atan ışıkların gökkuşağı kıyılarında salınan yanardöner ses nehirleri. Düşünceler, kaleydeskopik ışık ve ses desenleri gibi oluşurlar. İlham verici, köpüren kristal bir gökyüzü altında düşünce tarlalarının arasından geçersiniz. Eğer bu dünyaya girerseniz onu anlamaya veya mantık yürütmeye çalışmayın yoksa delirebilirsiniz çünkü insan anlayışının ötesindedir. Sadece tümüyle kabul edin, onunla birlikte akın ve keyfini çıkarın.
Bu plan anladığım kadarıyla antik Vikinglerin ”Gökkuşağı köprüsü” olarak adlandırdıkları Asgardın girişi. Burası gerçekten de bir gökkuşağı üzerinden tırmanıp girilen ve kesinlikle içinde tanrıların ikamet ettiği muhteşem bir dünyaya giden bir yol gibi görünür ve hissedilir.
Meraklı bir hayretle burada durun. Bırakın içinizdeki çocuk bu peri masalı, harikalar diyarında oynasın. Herşey gerçek ve katı gibi görünür. Burada zaman astraldekinden de fazla değişime uğramıştır ve gerçeklik kaleydeskopikdir.
Budik Plan


Burası saf barış ve sonsuz aşkla dolu sıcacık, soyut bir dünyadır. Burası saf beyazlığın planıdır. Burada her tarafı kaplayan, ışıl ışıl beyazlıktan başka görüntü ve ses algılaması yoktur. Bu planda bilinçli düşünce ve bireysellikten rahatça feragat edersiniz. Buraya bir kere girdiğinizde çok uzun düşünemezsiniz zaten böyle yapmanız içinde bir ihtiyaç veya arzu bulunmamaktadır. Sizi sessiz bir sakinliğe doğru çeken dayanılmaz bir dürtü duyarsınız. Bu, sıcak, saf beyaz pamukların arasına gömülmek gibidir. Bu dünyada bir birey olmayı bırakır ve ve birliğin bir parçası haline dönüşürsünüz. Aynı zamanda erkek veya kadın olmayı da bırakırsınız. bir şekilde bu ana rahmine dönüş gibidir. Sonsuz,sevecek sıcaklık, anlayış, bağışlama ve birlik tarafından çevrelenir ve onun içine çekilirsiniz.
Burada zaman anlamını kaybeder. Eğer bu dünyaya girerseniz asla,asla, burayı bırakmak istemezsiniz, bırakamazsınız, ta ki fiziksel bedeniniz sizi çağırıp geri çekene kadar. Burası ruhun iyileşme ve dinlenme yeridir.
Atmik Plan


Bu plan ruhların dünyası gibidir. Burada ruhlar, dünyada geçirdikleri sürede sevdikleri insanları beklerler. Burası mutlu toplantı yeridir. Ruhların yeniden birleşmesinin olduğu yerdir.
Buradaki ışık, kaynak makinesinin parlamasından bile daha parlak olan en saf, en parlak gümüştür. O kadar parlaktır ki bakmak imkansız gibi görünür ama yine de yüce bir tatlılıkta, yumuşak ve sakinleştiricidir. O kutsal aşkın ışığıdır. Buradaki insanlar fiziksel hayattaki gibi ama en ihtişamlı halleriyle görünürler. Coşkun bir şekilde, hayal edilebilecek en parlak aşkla, mutlulukla ve keyifle parlarlar. Atmosfer elektrikli ve canlıdır. Ama aynı zamanda derin bir biçimde spiritüeldir. Bu dünyada tanrının varlığını somut, her yeri kaplayan bir güç olarak hissedebilirsiniz.
Burada iletişim, birebir durugörüye benzeyen ama çok daha canlı ve gerçek olan, üst düzey telepatik görüntülerle yapılır.
Son Söz…

İstisnasız herkes, uyuduğunda düşük güç düzeyinde bir projeksiyonla bedeninden ayrılır. Astral beden, birkaç santim yükseklikte fiziksel beden üzerinde uçan balon gibi asılı durarak onun uyku pozisyonunu taklit eder ve daha ileri gitmez. Bir kere astral beden fizik bedenden ayrıldı mı, rüyalar yaratmada özgür kalır. Bu bizim aşina olduğumuz doğal (uyku,rüya) sürecidir. Bu esnada dünyanın kollektif rüya bilincine gömülürsünüz. Bu ”Rüya Havuzu” seviyelere ayrılmıştır. Hangi türde bir insan olduğunuza bağlı olarak, ruhsal, ahlaki ilerleme vs… ilgili olduğunuz seviyeye kendinizi ayarlarsınız. Bu seviyeler genelde ”Planlar” (“düzlemler”) veya alt planlar olarak bilinir. Bu analojide hiçbir sorun yoktur; yalnız tüm konsepti anlamakta sorun yaşamanız olasıdır.
Eğer uyku projeksiyonu esnasında farkındalık sağlayabilirseniz, bir lusid rüya gibi onu kontrol altına alır ve planlar arasında hareket edebilirsiniz.”Tamamen bilinçli” bir astral form projeksiyonu yaptığınızda astral dünyaya değil fiziksel dünyaya projeksiyon yapmış olursunuz. Bu uzun zamandan beri yanlış anlaşılmıştır. Genelde bir astral projeksiyon olarak düşünülen şey bugün Lusid rüya olarak adlandırılabilir ki bu tamamen farklı bir şeydir.
Birçok yazar, her gece AP’la evrenin tozunu attığımızı belirtir. Bu basitçe doğru değildir. Astral formunuzun içindeyken dünyayı çok ıssız bir yer olduğunu fark edecek ve nadiren birilerinin oraya projeksiyon yaptığını göreceksiniz. Eğer birilerini görürseniz genelde sadece ayakta durmuş, kafası karışık ve sersem bir şekilde projeksiyon yapma ve yaratma durumu arasında yakalanmış olduğunu fark edeceksiniz. Bilinçli bir OBE (Out of Body Experience – Beden Dışı Deneyim) esnasında kontrolü kaybettiğinizde başınıza gelen budur. Ben bunu ”Alis harikalar diyarında” etkisi olarak tanımlıyorum. Bu etki ,eğitimsiz zihinlerin karşısında duran ,etkin bir bariyerdir.
Astral formdayken inanılmaz derecede güçlü ve genelde rüya yaratmada kullanılan bir yaratıcı gücümüz vardır. Fiziksel dünyanın prangalarından bir kez kurtulduğumuzda tam bir dünya yaratabilirsiniz ve genelde yaratırsınız da. Bu yaratıcı yetenek bir problemdir ve A.P hakkındaki tüm yanlış anlaşılmaların nedenidir.
Her türlü psişik yetenekte olduğu gibi A.P içinde doğal bir bariyer vardır. ”Alis” etkisi, eğer enerji ve kontrol seviyenizi iyi ayarlayamazsanız gerçek dünyada projeksiyon yapmayı birkaç dakikaya kadar sınırlar. Eğer bir bariyer olmasaydı – Bunu bir düşünün- milyonlarca insan dünya üzerinde gece, gündüz, mahremiyet ve sır kalmaksızın uçuşurdu. Bu içinde yaşanacak çok mutsuz bir dünya olurdu.
Tamamiyle bilinçli bir A.P’de zihninizi ve enerjinizi kontrol edemezseniz ne olur? A.P sırasında bir noktada deneyim üzerindeki kontrolünüzü kaybetmeye başlarsınız ve iyi bilinen eşyalar yanlış yerlerde bulunmaya başlar. Kapılar, pencereler, mobilyalar, ekstra odalar oluşur vs… Bilinçaltı zihniniz yaratmaya başlamıştır veya siz kendinizi bir rüya düzlemine ayarlıyorsunuzdur. Bu bir kere oluşmaya başladığında artık neyin gerçek olduğunu bilemezsiniz. Bazı rüya havuzu seviyeleri veya düzlemleri gerçek dünyanın karbon kopyası gibidir. Onlara kendinizi ayarlayabilir ve kendinizi gerçek dünyada projeksiyon yapıyor sanabilirsiniz, ta ki bir Cheshire kedisine rastlayana kadar.



Son bir şey, doğu kökenli seviye konsepti; fiziksel, astral, mental, budik, atmik vs.. gerçektirler. Batılı astral projeksiyon konseptinde hep karıştırılmışlardır. Bunlar değişik bilinç seviyeleridir, o türde planlar değil. A.P yaptığınızda bilinç seviyenizi yükseltmezsiniz, aynen uyanıkken olduğu gibi. Bu ”Yüksek” seviyelere sadece bilinci arttırarak ulaşılabilir, basitçe onlara projeksiyon yapamazsınız. Bu değişik bir tür projeksiyondur. Ben yüksek seviyelerde bulundum ama onları açıklamak çok zordur. Kesinlikle deneyimlenmeleri lazımdır. Genelde derin meditasyon esnasında ulaşılır.
Bu yüksek seviyelere ulaşabilmek için bir parça durugörü yeteneği gerekir. Bu geliştirilebilir de doğal yetenek de olabilir.
Unutmayın ki,farkındalığa ulaşabilmeniz çok önemlidir.Bu,yalnızca astral seyahat denemeleriniz için değil,hayatınızın her evresinde sizi aydın tutacak bir meziyet olacaktır.Astral seyahati başarabilmek ya çok özel bir yetenek ya da çok ama çok ciddi bir çalışma gerektirir.
Size bir sonraki yazımızda çakralar ve uygulayabileceğiniz nefes ve rahatlama tekniklerinden bahsedeceğiz.Sonrasında da adım adım astral seyahat deneyiminizin evrelerini,ilk etapta sizi nelerin beklediğini,olası hataları bir kez daha ele alacağız.
Sürç-i lisan ettiysek affola.Esen kalın.

Wolfpittes Çocukları



Geçen yüzyıllarda İspanya’da ve İngiltere’de, garip bir şekilde ortaya çıkan, tüm vücuttan yeşil renkte olan çocuklardan söz ediliyordu. Acaba bu olaylar gerçek mi, yoksa ortaçağın batıl inançlarından kaynaklanan bir safsata mı?

Araştırmacı yazar Harold T. Wilkins, " Flying Saucers Uncensored" (Sansüre Uğramamış Uçandaireler) adlı eserinde konuya ilişkin olarak şunları yazıyor:

“12. yüzyılda yaşamış olan keşiş Tilburyli Gervase, İngiltere’nin Suffolk yöresindeki kimi mağaralardan ya da çukurlardan ortaya çıkan yeşil çocuklardan söz eder. Söz konusu çocuklar öylesine tuhaf şartlar altında ortaya çıkmışlardır ki, insan bunların uzaydaki herhangi bir dün­yadan ya da dünyada yer alan herhangi bir yeraltı âleminden ışınlandıkları sonucuna vara­bilir. Aynı öyküye 3 manastır tarihçisinin kayıtlarında da rastlanır. Bunlar, Newburghlu William, Walsingham ve Giraidus Cambrensis‘tir.”

Harold T. Wilkins söz konusu kitabında yeşil çocuklarla ilgili olarak şunları söylüyor:

“İngiltere’de aziz kral ve şehit Edmund’un manastırında 6-7 kilometre ötede bir köy vardır. Bu köyün yakınında, adına İngilizcede ‘Wolfpittes’ denilen garip ve ilginç birtakım kalıntılara rastlanır. Yakındaki köy de bu kalıntıların adıyla anılır.”

Wilkins şöyle devam ediyor:

“Bir hasat zamanı köylüler tahıl dev sinyorlardı. Birden yakınlardaki bir çukurdan sürünerek çıkan 2 çocuğu fark ettiler. Biri kız diğeri erkek olan çocukların tüm vücutları yemyeşil bir renkteydi. Üzerlerindeki giysilerin kumaşları, köylülerin o zamana kadar hiç görmedikleri türden bir kumaştı. Kumaşın dokuması da köylüler tarafından bilinmeyen türdeydi. Çocuklar hasat yapan köylüler tarafından köye götürülünceye kadar, şaşkın bir halde hasat yerinde dolaşıp durdular. Köyde, bu ola­yın garipliği karşısında şaşkınlığa düşen birçok kişi çocukların başına üşüştü.”

“Birkaç gün süreyle çocuklar önlerine konulan bütün yiyeceklere, son derece aç olmalarına rağ­men ellerini bile sürmediler. Bir zaman sonra önlerine konulan fasulye yemeğine gözlerini diktiler. Yemeği nasıl yiyeceklerini bilmiyor­lardı. Sonunda köylülerden birinin yardımıyla yiyebildiler.”

Wilkins’in anlattığına göre çocuklar, son­raki günlerde, ekmek yemeyi öğreninceye kadar bu gıdayla beslendiler. Köylülerin anlat­tıklarına göre, çocukların derilerinin rengi, yiyeceklerin etkisiyle yavaş yavaş değişmeye başladı. Hatta İngilizce konuşmayı bile öğrendiler.

Aradan geçen zamanda köyün yaşlılarının uyarılarıyla vaftiz edildiler. Fakat yaşça daha küçük görünen erkek çocuğu, bundan sonra ancak kısa bir süre daha yaşadı. Kız çocuğuysa kuvvetlenerek gelişti ve yaşamaya devam etti. Öyle oldu ki, diğer kızlardan hiçbir farkı kalmadı. Bir söylentiye göre, sonradan Lynn’de bir adamla evlendi. Hâlâ orada yaşadığına ina­nanlar var. Hatta bir başka iddiaya göre de birkaç yıl öncesine kadar da hayattaydı.

Bu 2 garip çocuğa birçok kez, nereden geldikleri sorulmuş ve genellikle şu cevap alınmıştı:

“Bizler Aziz Martin’in ülkesindeniz. O, ülkemizdeki baş azizdir. Ülkemizin nerede oldu­ğunu bilmiyoruz. Sadece şunu hatırlıyoruz: Birgün her zamanki gibi tarlada babamızın sürüsünü otlatıyorduk. Birden büyük bir gürültü işittik. Tıpkı Aziz Edmund Günü’nde hep bir­likte çalan çanların sesine benzeyen bir gürültüydü. Birden ‘ruhumuzdan’ kavrandık ve kendimizi hasat yaptığınız tarlada bulduk…”

“Bizim orada Güneş hiç görünmezdi, Güneş ışığı yoktu. Sadece bu dünyada Güneş’in doğmasından ve batmasından önce meydana gelen alaca­karanlık gibi bir loşluk vardı. Yine de bizden çok uzakta olmayan; fakat çok geniş bir akarsuyla bizim ülkemizden ayrılmış bir ışık ülkesi görülürdü.”

William de Newburgh, 12. yüzyılda “Historia Anglicana” adlı eserinde, İngiltere’nin Bury Aziz Edmunds yöresi yakınındaki Wolfpittes’te yerin içinden yeşil bedenli, olağandışı renk ve malzemeden oluşmuş elbiseler giyinmiş bir oğlanla bir kızın çıktığından bahseder. Çocuklar, Aziz Martin’in Ülkesi’nden geldiklerini söylüyorlardı. Anlaşıldığına göre, Güneş’in hiç aydınlatmadığı, alacakaranlık bir yeraltı dünyasından gelmişlerdi.

1154'te İngiltere’yi yöneten Kral Stephen. Onun döneminde ülke ekonomisi çökmüş, yoksulluk yaygınlaşmıştı. Bu ortamda birçok aile ekonomik zorluklardan ötürü çocuklarını terk ediyordu. Ya yeşil çocukları kim terk etmişti?

Bir 14. yüzyıl İngiliz şiiri dan Sir Gavvalne ve Yeşil Şövalyeden bir sahne: Gizemli Yeşil Şövalye, ölümle karşılaşıyor. Şövalyenin yeşil rengi ona büyülü bir güç veriyordu. Kimi insanlar Yeşil Şövalye şiiriyle yeşil çocuklar arasında İlişki olduğunu savunuyorlar:

" Toplanmış halk, gözlerini dikip uzun uzun ona baktılar.
Herkes şaşkın bir halde onun ne yapacağını bekliyordu.
O adam ve atının renkleri öyleydi ki, Taze çimenden çok daha yeşil, altından bile daha parlak.
Onu seyredenler iyice sokuldular görmek için.
Eşine rastlanmamış mûcizesini, birden cin­lerle kayboluşunu.
O güne kadar görmemişti kimse eşini, benzerini.”

Birgün 1887'nin Ağustos ayında , İspanya’nın Banjos köyü yakınlarındaki tarlada çalışan 2 köylü, birden ilerideki bir mağaradan çıkan 2 çocukla karşılaştılar. Köylüler şaşkınlık içerisindeydiler. Çünkü, biri erkek biri kız olan çocukların tenleri yemyeşildi. Üzerlerindeki elbiselerin kumaşlarıysa hiç bilinmeyen türden, garip bir kumaştı. En az köylüler kadar, yeşil çocuklar da şaşırdılar.

Sonraki 5 gün boyunca, çekik gözlü, yüz çizgileri biraz zencileri anımsatan yeşil çocuklar, önlerine konulan tüm yiyecekleri reddettiler. En sonunda taze fasulye yemeye razı oldular. Kısa bir zaman sonra erkek çocuk halsizlikten, belki de bakımsızlıktan öldü.

Kız çocuksa, yörenin yargıcı Ricardo da Calno’ya teslim edildi. Yargıç Calno, hurafelere pek inanmayan, gerçekçi bir insandı. Bu bakımdan kızın “yüzündeki boyayı” silebilmek için çok uğraştı. Tabii, çabaları boşunaydı… Bir sonuca yaramayınca da, kızın gerçekten de yeşil bir tene sahip olduğunu -zor da olsa- kabul etmek zorunda kaldı. Aradan 5 yıl geçti. Kız yeni yaşantısına alışmaya başlamıştı. Bu arada İspanyolcayı da öğrenmişti. Hatta tenindeki yeşillik de kaybolmak üzereydi. Fakat o sıralarda ölüverdi.

Yeşil kız, geldikleri ülkeyle ilgili olarak garip bir öykü anlatıyordu. Onun ifadelerine göre. Güneş’i tanımayan bir yerde oturuyorlardı. Kendi ülkelerinin karşısında bir geniş nehir görünüyordu. Bu nehrin ötesinde de Güneş’le aydınlanan bir başka ülke vardı. Günün birinde korkunç bir fırtına kopmuş, çılgın bir rüzgâr onu ve küçük kardeşini kapıp, bir mağaranın ortasına atmıştı. Bir süre el ele yürümüşler, böylece Banjoslu köylülerin hasatla uğraştıkları o tarlaya varmışlardı.



O günü hatırlayanlardan hâlâ yaşayanların olduğu söyleniyor. Bu kişiler, bu olayın canlı tanıklarıdırlar. Barcelona’dan bu olayı incele­mek için gelen bir din adamı, sonradan şunları yazdı:

“Dinlediklerime öylesine yürekten inandım ki, nedenini anlayamadığım ve akıl gücüyle bir açıklamada bulunmaya kalkışmadığım halde yeşil çocuklar olayının doğruluğunu kabul etmek zorundayım.”

İspanya’daki yeşil çocuklar olayıyla çok benzer özellikler taşıyan bir diğer yeşil çocuklar olayından daha söz ediliyor. Ortaçağda yaşamış İngiliz simyacı Guillaume de Nevvburgh, bir eserinde şöyle yazıyor:

“Vulfputes denilen yörede hasat toplayan köylüler, biri kız, diğeri erkek, tenleri yeşilimsi, elbiseleriyse bilinmeyen bir maddeden yapılmış 2 çocukla karşılaştılar. Çocuklar önceleri hiçbir yiyeceğe yaklaşmadılar. Sonra biraz ötede gördükleri baklalardan yediler. Geldikleri yer sorulunca, Aziz Martin’in ülkesinden geldiklerini söylediler. Bir yeraltı geçidinden geçtiklerini, bir ses tarafından çağrıldıklarını, ülkelerinde Güneş’in parlamadığını, oysa her yerin aydınlık olduğunu anlatıyorlardı.”

Öte yandan, İngiliz mitolojisinde adı geçen bir yeşil adam daha vardır. Bu yeşil adam insanüstü bir varlık olarak tasvir edilir. Hatta İngiliz halk şarkılarında bile sık sık geçer. Ayrıca bugün İngiltere’nin kimi kentlerindeki kafeteryalara ya da lokantalara da “Yeşil Adam” adının verildiği biliniyor.

1965 gibi yakın bir tarihte çevrelerince iyi tanınan 2 kişi. Finlandiya’ nın Luumaki yöresindeki bir ormanda küçük, yeşil renkte bir adam gördüler. “Insana benzer varlıklar”ın (“humanoids”), Yunanlılar ve Romalılar’ca Satirler (Satyrs) diye bilinen gizli bir yeşil ırka mensup olup olmadıkları düşüncesi gerçekten ilginçtir. Kimi inanışlarda doğanın gücünü, kimilerindeyse kötülüğü simgeleyen yeşil adam adı, İngiltere’deki birçok kafeteryanın adı olarak kullanılıyor. 1870′ lerde basılan bir kartpostalda eski bir İngiliz geleneği olan “Yeşilli Jack’ın Mayıs Günü’ndeki Dansı” anlatılıyor. Jack’ın yaprak yeşili giysileri, doğanın ilkbaharda yeniden doğuşunu simgeliyor.

Bu tür çocukların ortaya çıkışlarına ilişkin, çeşitli araştırmacılar tarafından çok farklı yorumlar yapılıyor. Sözgelimi Abbot Ralph’tan edinilen bilgiye göre, bu çocuklar, tama­mıyla yeşil insanların yaşadığı, Güneş ışığı almayan bir ülkeden geldiklerini söylüyorlardı. Bu çocuklar kendi ülkelerinden kaçarak bir mağaraya sığınmışlardı. Fakat neden kaçtıklarına ilişkin hiçbir şey söylemiyorlardı. Mağarada çok güzel bir ses duymuşlar ve bu sesi izleyerek mağaranın çıkışına kadar gelmişlerdi.

Mağaradan çıktıklarında Güneş’in aşın sıcağından ve aydınlığından son derece etkilenmişlerdi. Bu yüzden de oldukça uzun bir süre halsiz bir şekilde yatmışlardı. Daha sonra kendilerini görenlerden korkup kaçmaya çalışmışlardı. Onlar köylülere ne kadar garip görünüyorsa, köylüler de onlara o kadar garip görünüyordu. Bunun için kaçmak istemişlerdi. Fakat yollarını bulamamışlardı.

Anlaşıldığı kadarıyla bu 2 gizemli yabancı Woolpit yakınlarında köylüler tarafından bulundu. İnsanların bu şekilde birdenbire ortaya çıkmalarıyla ilgili olarak, tarih boyunca anlatılan çok sayıda olayın olduğu söyleniyor. Fakat burada söz konusu olayı ilginç kılan nokta, çocukların tenlerinin yeşil renkte olması ve geldikleri yere ilişkin olarak söyledikleridir. Öte yandan ortaçağın batıl inançlarının katkısıyla bu olay daha da ilgi uyandıran bir öyküye dönüşmüş olabilir. Harold T. Wilkins şöyle diyor:

“Bu kadar zaman geçtikten sonra, bu öykünün ne gibi gerçeklere dayanmış olabileceğini kestirmek çok güçtür. Muhakkak ki, bu öykünün içerisine belirli bir oranda Katolik menkıbeleri tarihi de katılmıştır.”

Yeşil rengin çeşitli kültürlerde ve inanç sistem­lerinde önemli bir yeri olduğu biliniyor. İngiliz inanışlarına göre yeşil, yaşamı ve bereketi simgeler. Ortaçağdaki inanışlara göre ise, “cinlerle ortaklığı” simgeleyen büyülü ve uğursuz bir renk sayılırdı.

ZAMAN YOLCULUGU MÜMKÜN MÜ ?









Bilim kurgu tutkunlarinin degismez rüyasi olan zaman yolculugu, günümüzde önemli arastirmalara neden oluyor. Bilimciler ve düsünürler, H. G. Wells'in öngördügü bir tür zaman makinesinin yapilabilecegini varsayiyorlar, zaman içinde yolculuk fikri gelistirilirken yeni yaklasimlar da ortaya çikiyor, zamanda yolculugun, uzayda yolculuk anlamina gelmedigi aksine
"kendi içinde yolculuk" olarak düsünülmesi gerektigi yani zaman içinde ileriye ve geriye yolculuk yapilabilecegi iddia ediliyor. Bütün bu varsayimlara karsi çikanlar da var; bes dakikalik bir süre içinde yüz yillik bir zaman dilimi asilsa dahi yine ayni yerde kalinacagi söyleniyor. Einstein'in Görecelik Kurami gelistirildikçe, zaman yolcusunun uzaydaki göreceli hareketi de zamanla esit olacagindan, zaman yolculugunun yeni olasiliklara izin vermeyecegi belirtiliyor.


1949 yilinda Kurt Gödel (altta), Einstein'in alan denklemlerini kullanarak, bir evren modeli tasarladi. Tasarim Einstein'inkine benziyordu ama Gödel'in yaklasiminda kozmolojik sabitlere negatif bir deger veriliyordu.





Gödel'in Evreni
1949 yilinda Kurt Gödel, Einstein'in alan denklemlerini kullanarak, bir evren modeli tasarladi. Tasarim Einstein'inkine benziyordu ama Gödel'in yaklasiminda kozmolojik sabitlere negatif bir deger veriliyor (Einstein formüllerine göre evrenin genislemesi durmustu) ve kozmik bir
zamanin tanimlanmasi imkansizlasiyordu. Çünkü yerel zaman gözlemcileri ile maddenin hareketi bir dünya zamani içinde uyumsuzlasiyordu. Modelin en inanilmaz yönü, varolus kapaniyor, zamansal dügümler bir roketin gökte çizdigi yay gibi ancak yeterli egimi çizdikten sonra, gözlemci geçmis veya gelecekteki bir konuma gidip gelebilme imkanim bulabiliyordu. Her ne olursa olsun, dünyadaki herhangi bir konumda deneysel olarak varsayilan dönülebilir geçici bir dönem varoluyor ve eger P ve O gibi iki hayali noktayi varsayarsak, P, O'dan önce geliyor ama daha sonra zaman çizgisi P ile O'yu birlestiriyor ve bu kez O, P'den önce geliyordu. ?ste bu dönülebilir zaman çizgisi Wells'in rüyasi olan zaman çizgisiyle is degerdedir. Gödel'in evreni aslinda yeterince tanimlanmis degildi ve sonuç olarak da zaman yolculugunun imkansiz oldugu sonucuna variyordu. Kisacasi, Gödel'in evreni imajinatifti, fiziksel olasiliklara dayanmiyordu.

Zaman yolcusu ne yapacagini çok iyi bilmelidir
G. J. Whitrow'a göre ise, kozmik rota yani dizinsel zaman akimi kurami yerine kozmik zaman olayi düsünülmelidir. Radyasyonun temelinde bulunan mikrodalgalar kalicidirlar ve çogulun tipatip örnegine sahiptirler yani bütünün aynisidirlar. Whitrow söyle diyor; "Sonuç olarak, biz evrenin bastan beri homojen bir varolus oldugu düsüncesindeyiz. Bu da kozmik zamanin varoldugunun güçlü bir kanitidir." Bu yaklasim Gödel'in modeli ile uyumsuzdur. Zaman yolculuguna izin verir ama yolculugun fiziksel olarak yapilabilecegi imkansiz görünür. Her seye ragmen zaman yolculugunun imkansiz oldugu düsüncesinin duygusal bir yaklasim oldugu düsünülmektedir çünkü düsüncenin temelinde dogaya karsi gelmek vardir. Gödel rahatsizdi zira birisinin geçmise yolculuk yaparak, kendi gençligi ile karsilacagina inaniyor ve; "Düsünün ki, bu insanin anilarinda bu durumu yasadigi bulunmuyor." diyordu. Bu bakis açisi, kaderciligin neden-sonuç iliskisi inancina aykiridir, bir anlamda yeni bir kaderin olusacagi var sayilabilir yani kisinin yapacagi olacak olandir. Bu nedenle, Gödel'in endiselendigi gibi kisinin ne oldugunu hatirlamamasi önemli degildir ama bu noktada dikkat edilmelidir ki. zaman yolculugu varsayimina engel olan sey, kisinin kendisidir çünkü kendi kendisinden korkacaktir. Öyleyse zaman yolculugunda geçerli kural ne yapacaginizi bilmenizdir.




Bir sinema izleyicisi gibi olabilecek miyiz?
Eger Abraham Lincoln öldürüldügünde siz zaman içinde geriye dönüp, dondurma yiyorsaniz, gelecek Lincoln öldürüldügünde siz dondurma yediniz seklinde olusacaktir. Burada Lincoln'un ölümü ile sizin dondurma yemeniz arasinda dogrudan bir iliski yoktur. Çünkü dondurma yemeniz veya yememeniz Lincoln'un ölümünü etkilemez. Sonuç olarak bilimle felsefenin karsitligi, felsefe ile dinin karsitligini benzer ve ikilemler arasinda destekleyici etkenler vardir. Bu yüzden dinsel kadercilik tartismasi sonuçta zaman yolculugunun takyonlar yapilip, yapilmayacagi sonucunu olusturur. Geçmisteki olaylar, mantikli olmayabilirler, öngörülmemis bir olay yaklasimi ile de degerlendirilemezler çünkü yapilmamis eylem ancak olasiliktir. Veya geçmisteki olaylari degistiremeyiz yaklasimina girmemiz gerekir. Zaman yolculugunu yapabilirsiniz ama müdahale etmeniz yasaklanabilir. Sessiz kalmaniz gerekecektir. Zaman yolculugu hakkinda endiselerin azalmasi için belki de gerekli olan sey, ilahi bir bilgi ya da mantik ötesi bir bilgi kaynaginin konuyla iliskisi oldugunu varsaymaktir. Bu da bizi Tanri inancina götürür veya Tanri'nin neyi bildigi düsüncesine...


Geri döndügünüzde kendinizi bulamayacaksiniz ama giden kimdi?
Zaman yolculugunun önemli olup olmadigi çok dikkat edilmesi veya tartisilmasi gereken bir olaydir. Eger bu teknolojiye ulasilmis olunsa dahi, o noktada durmak gerekebilir. Geçmisi ögrenmek, çok ama çok pahaliya malolabilir zira içinde bulundugunuz ani kaybetmeniz olasiligi çok yüksektir. Örnegin inandiginiz bir inancin çok farkli bir sey oldugunu hatta olmadigini ögrenmek çok büyük yikimlara neden olabilir. Tarihi olaylarin zaman içersinde ne derece degismis olduklarini ya da degistirildigini görmek sanildigindan çok daha büyük bir felakete götürebilir. Ama karsit anlamda bu esigin asilmasi kaçinilmaz da olabilir, er veya geç bu noktaya gelinecektir. Böyle bir durumu, bir bilgisayari sifirlamaya benzetebilirsiniz. Her sey yeniden baslayacaktir, hatta artik geçmis yoktur yani geçmisinizi yitirmis olacaksiniz. Yepyeni ve hatta hiç hoslanmayacaginiz bir geçmisiniz olacaktir. Bireysel olarak ortaya çikabilecek riskler de ayni düzeydedir. Geçmise ve çok daha tehlikelisi ama daha dogru anlamda imkansiza yani gelecege gidip gelmek makul mantik esigini asmaktadir. Ölmüs oldugunuz bir gelecege gitmek, Wells'in Zaman Makinesi'nde varolmayan bir kavramdir ama öyle bir gelecekte olmamaniz, sizin gelecege giden varliginizin da olmayacagi anlamindadir.


Galiba geçmis, gelecek ve su an birer hayalden öte degil...
Bütün bunlar bizleri agir ve zorlu tartismalara götürür. Üstelik bu tartismalarla bir yere varilmayacaktir. Zira denenmesi gereken sey deneyin ta kendisi yani zaman yolculugunu yapabilmektir. Bir baska yakiasima göre ise gelecek zaten yoktur çünkü olusmamistir öyleyse zamanin gerçeklesmis ve gerçeklesmemis iki ayri yönü vardir. Gelecegin varsayimlarla dolu olmasi, su anda yapacaklarimizin sonuçlarini içerir ama bu varsayimlarin sinirsiz olmadigi da unutulmamalidir. Her bireyin gelecekte sinirli varsayimlari vardir, bunlardan birisi gerçeklesecektir veya hiç birisi gerçeklesmeyecektir çünkü birey ölmüs olacaktir. O zaman da bireyin gelecegi bildigimiz anlamda yoktur ya da çok küçücük bir yaklasimla ölü bireyin gelecegi ölümün görülmesi yani tanimlanmasidir. Geçmisle ilgili paradokslar sasirtici olabilirler ama gelecegin paradokslari çok daha sasiritici olabilir. Geçmisteki olaylara müdahale etmeye kalkismak ise, varliginizi ortadan kaldirabilir. Atom bombasinin Hirosima'ya atilmasini engellemek inanilmaz bir alternatif zaman devamliligini ortaya çikarabilir, böyle bir gelecekte II. Dünya Savasi daha sürecek, belki ölenler ölmeyecek, ölmeyecek olanlar ise ölecektir. Bugünün dünyasi olusmayacak, zaman makinesi yapilmayacak ve böyle bir geçmisgelecek olasiliginda geçmise gidilemeyecektir. Oysa ilk yapilan eylem geçmise gidip atom bombasini engellemekti demek ki buna kalkisildiginda tekrar çikis noktasina hiçbir sey olmamis gibi dönülecektir. Sonuçta, zaman yolculugu fikren mümkündür ama pratikte mümkün degildir çünkü geçmise dönen zaman yolcusu bulundugu yere tekrar dönemeyecektir. Bu da her seyin göreceli oldugu bir evrende yasiyoruz anlamindadir.

Ay'da bir gariplik var dersek, garibinize gider mi?







AYDAKi GARiPLiKLER



Ay'da bir gariplik var dersek, garibinize gider mi? Ay iste orada gözümüzün önünde duruyor, üstelik birkaç defa gittik ve geldik, garip olan ne olabilir, diyebilirsiniz. iyi de acaba isin ne kadarini biliyoruzi Ay'la ilgili olarak elde edilen bilgilerin bizlere ne kadari açiklandi. Ortada ciddi ve çarpici iddialar var. daha da ötesi bilimcilerin gözlemleri var öyleyse isin asli nediri En inanilmazi ise. Ay'in yapay bir uydu oldugu iddiasidir yani Ay dünya disi bir zeka tarafindan üretilmis ve bilinmeyen bir nedenle dünyanin yörüngesine konmustur. Bunlar dogru olabilir mi? Ama öncelikle bilimin gözlemlerini görelim;
Ünlü Condon Raporu'na göre Apollo 8 astronotlari inanilmasi güç bir rapor vermislerdi; Frank Bormann, James Loveli ve William Anders ilk yörünge uçusundayken (24 Aralik 1968), yüzeyde uçui pistine benzer bir alan gözlerine çarpti, Ay'in öteki yüzüne geçtiklerinde dev boyutlarda bir cisim gördüler ve fotografini çektiklerim söylediler; cisim astronotlarin tanimina göre 10 mil kare büyüklügündeydi. Ama bir daha ki geçiste cisim yoktu. Bir diger olay Apollo 10'da yasandi; astronotlar Eugene Ceman, Thomas Stafford ve John Young Ay'a inmek için hazirlanirken yine uçus pistine benzer dört alan gördüler; Ay modülü Snoopy ile yüzeye inerken isikli bir cismin yanlarindan geçip gittigini rapor ettiler ve sira Apollo 11 'de yani Ay'a yapilan ilk iniste; Armstrong ve Aldrin yüzeye indiklerinde Michael Collins Columbia adli kumanda modülün-de yörüngedeydi ve Collins gördüiü cisimleri "Bogey" adiyla tanimlayarak dünyaya rapor etti. Daha sonraki saatlerde, Aldrin ve Armstrong Ay yüzeyinden örnekler topluyorlardi,
Armstrong birden haykirdi; "Bu da nei Bu ne biçim sey. Bilmemiz gerek..."ve konusma devam etti;
Yer Kontrol: "Nerede? Yer Kontrol Apollo 11'i ariyor." Apollo 11: "Bu bebekler çok büyük... çok iriler... Tanrim, inanamazsiniz... Size bir baska uzay aracini anlatmak istiyorum... Kraterin uzak kenarindalar... Ay'da bizi izliyorlar... Onlar bizden önce buradaydilar..."
Yer Kontrol bu andan sonra astronotlara konusmayi kesmelerini ve objeleri filme almalarini söyledi. Ama bu filmler asla yayinlanmadi ve hatta varliklari reddedildi. Apollo 12 misyonunda ise, astronotlar garip sesler duydular ve isikli bir cismi Yer Kontrol'a bildirdiler. Apollo 15 astronotlari olan James lrwin ve David Scott, Ay üzerindeyken önlerinde uçan garip bircismi bir süre izlediler ama kaybettiler. Apollo 16 astronotu Thomas Mattingiy kumanda modülünden Ay yüzeyi üzerindeki yanip sönen isikli bir cismi rapor etti; NASA uzmanlarindan Dr. Faruk El Baz, cismin bir UFO yani Tanimlamayan Uçan Cisim oldugunu belirtti. O anda Ay'da SSCB veya ABD'ye ait bir baska uzay araci yoktu. Apollo 17 aracinin astronotlari olan, Ron Evans ve Harrison Schmitt'de Ay'da isikli nokla-lar gördüklerini belirttiler.
Ay dünyanin yörüngesine neden kondu ?
Ay'in geçmisi nedir veya orjini nereden geliyor ? Bu sorunun cevabi yoktur ya da bir bulmacadir. Bugün bilim üç ana kuram üzerinde duruyor; Sovyet bilimcileri tarafindan geliitirilen bu üç ana kuram iöyle;
1. Ay bir zamanlar, dünyanin bir parçasiydi ve dünyadan koparak uzaklasti ama bu görüs büyük bir bilim grubu tarafindan reddediliyor.
2. Ay, aynen dünya gibi Günes Sistemi oluiurken, bir gaz bulutuydu ve doial olarak Ay'in uydusu oldu.
3. Ay, farkli bir cisimdir yani dünya disidir; Günes Sistemi içinden bir yerden veya Günei Sistemi'nin disindan gelmii, dünyanin çekim alanina girerek, orada bir uydu olarak kalmistir.
Sovyet bilim adamlari olan Vasin ve Shcherbakov sasirtici bir açiklama yaptilar; "Gerçekten de, bilimciler Evren'in kökenini ciddiyetle uzun süredir arastiriyorlar ama daha henüz kesin bir cevap veya açiklama yoktur ayni sekilde de Ay - Dünya sistemi de açiklanamiyor. Bize göre Ay, dünyanin yapay bir uydusudur ve bilinmeyen bir zeka oluiumu tarafindan yörüngeye konulmus olabilir.'Bu iki bilim adamina göre. dünyanin çekim gücü kübik santimetrede 5.5 gr.'dir Ay'inki ise 3.33 gr'dir, öyleyse Ay'in içi bos olmalidir. Yani yapaydir, yapilmistir ama kimin tarafindani Gizemin çözümü, kraterterin içinde. Ay yolculuklari sonucunda elde edilen bilgiler çok önemli ama gizli tutulmaktadir.Neden diye sordugumuzda uzmanlara göre kesin çözüm henüz yoktur veya erkendir.
Ay'i Dünya'ya Kim "Uydu"rdu ?
Peki Ay nereden gelmis olabilir? Bir NASA dökümaninda "Bu en büyük bulmacadir" deniyor. NASA bilim adamlari, kesin bir çözüm olmadigini açikça söylüyorlar, çalismalar var, bilgiler, olaylar var ama henüz kesin cevap yok.
Günümüzün bilim adamlarinin gerçeiinde, uygun bir kuram henüz bulunamadi. O zaman genelde bakabilecegimiz yaklasimlar vardir; eger Ay evrenin bir yerinden gelmisse bunu bir gün ögrenecegiz. Apollo yolculuklari öncesinde, Nobel ödüllü Dr. Harold Urey ve bir grup bilim adaminin inandiklarina göre; "Ay kozmosun bir parçasidir ve Ay'da yabanci bir uygarligin izleri bulunacaktir. Ay'a ayak basmamiz ve bilgi toplamamiz Mars'a, Venüs'e veya asteroidlere ayak basmamiz kadar önemlidir." Urey iöyle diyordu; "Dünya'yi ve Ay'i toplarsaniz bütün olarak hemen hemen uzaydaki herhangi bir cisim olarak düsünebilirsiniz. Bu kadar yoiun bir materyalden dev bir kitle olusur ama dünyanin yogunlugu bu kadar büyük bir cismin olmasi gereken yogunlukta degildir, yogunlugumuz daha küçük bir cisme aittir, göründügü kadariyla Ay ve Dünya'nin tek bir cisim olmasini kabullenmek bugün için olanaksizdir."
12 Maymun sorusu...
Sorular çok sayida ve önemli görünüyor; Simdi bunlari ve bazi açiklamalari alt alta dizelim;
1. Ay, dünyadan daha yaslidir, öyleyse kökeninin baska bir yer olmasi mümkündür.
2. Niçin bazi bilim adamlari, Ay taslarinin 20 milyar yillik oldugunu iddia ediyorlari Yani dünyadan daha eski...
3. NASA, bir Ay kayasinin 5.3 milyar yillik oldugunu saptadi
ama bu Günes Sistemi öncesine ait bir tarihti.
4, Önemli bilim adamlari ve Ay uzmanlari, Ay'dan getirilen elementlerin dünyadakilerden daha eski olduiunu belirlediler ama neden resmen açiklamadilari
5. 40 Ay tasinin en azindan 7 milyar yillik olduklari belirlendi, bu tarihleme dünyadan ve günesten iki kez daha eskidir.
6. Buna karsin Ay'in yüzey topragi, Ay taslarindan daha eskidir. Farklilik nereden geliyori
7. Bir grup bilim adami Ay'in yildizlararasi bir yerde yapildigi görüsündeler ve dünya tarafindan yakalandigini düsünüyorlar. Ama bu nasil olabiliri
8. Neden bazi bilimciler, Ay'in içinin yogunluiunun yüzeyden farkli oldugu düsüncesindeleri Gerçekten Ay'in içi bos olabilir mii Ve bu biliniyor mu?
9. Niçin Ay'in 8 mil üstünde, yüksek dozda radyoaktivite var, bu elementer olarak dogal midiri
10. NASA tarafindan 100 millik bir alana yayilmis su buhari saptandi ama Ay'da su olmadigi biliniyor. Bu gizem, Ay'in yapay oldugu anlaminda mi?
11. Ay'in çok eskiden sicak oldugu ileri sürülüyor ama bunu dünyadaki benzerleri gibi kanitlayan bir kanit bulunmus degil. Bu çeliski henüz açiklanamadi.
12. Sonuç, Ay'la ilgili neden bu kadar çok cevapsiz soru vari
Bunlara karsi sunlari söyleyebilirmiyiz ?
1. Ay, hem dünyanin dogal uydusu olamayacak kadar büyük, hem de çok uzaktadir.
2. Ay, olmasi gerekenden daha düzgün bir yörüngeye sahiptir.
3. Ay kraterleri çok fazla ve garip bir biçimde yüzeyseldir.
4. Ay'in dünyaya bakmayan yüzü çikintili veya kamburdur ve Günes Sistemi'nde onun gibi gezegenine tek yüzünü gösteren bir baika uydu yoktur.
5. Ay ölçümlemeleri çok fazla demir olduiunu gösteriyor.
6. Ay topragi, Ay kayalarindan çok daha yaslidir.
7. Ay'in bilesimi, dünyadan farklidir.
8. Doga kanunlarina aykiri olarak, agir metaller yüzeydedir.
9. Ay'da önceden eriyik olan metaller yoktur.
10. Ay dev bir gong sesi çikarmaktadir ve yörüngede dönerken titresmektedir.
11. Ay bir moloz yigini gibi gözükmektedir.
12. Ay, periyodik olarak sarsilmaktadir, bu bize düzenli bir sismik aktiviteyi gösteriyor. Sismik dalgalar sanki tek bir kütleymii gibi tüm yüzeyi dolaiabiliyorlar.
13. Dünyadan bakildiginda Ay, bir günes diski gibidir yani tutulmalarda günesi tam olarak kapatir, ne biraz küçük veya büyüktür sanki büyüklügü günesi örtmek için ayarlanmistir.
14. Eger Ay, dünya tarafindan yakalanmissa, bunun sonu gelecek ve Ay yine uzaklasip gidecektir.
15. Normalde Ay'in çizdigi yörünge, dünyanin ekvatoral çemberiyle karsit olmalidir ama Ay garip bir sekilde dünyanin yaptigi gibi, güneie bagimli bir yörünge çizer.
16. Her ne kadar Ay volkanlarin ölü olduklari söyleniyorsa da, yüzyillardir Ay'da garip isiklar, parlamalar görülmekte ve hala izlenmektedir.
Bunlarin sonucunda Ay'in yapay bir transformer dünya oldugu söylenebilir veya iddia edilebilir. Ay'da bir yasam oldugu ile ilgili bir belirti veya iz bulunamamistir ama dünyadaki volkanik küllere benzeyen Ay topragi veya tozu üzerinde yapilan deneylerde bitkisel yasama elverisli oldugu anlasilmistir. Ama ortada böyle bir yasam yoktur; marjinal iddialara göre Ay, UFO'larin üssüdür veya kullandiklari özel bir araçtir ama bu da bir iddiadan öteye gitmemektedir. Yüzeyde zaman zaman garip ve geometrik sekiller görülmüs ama bu görüntüler ya hemen kaybolmus, ya da bir daha görülememistir.
Yine dünya disi bir anlasma mi ?
2001 Uzay Yolu Macerasi "A Space Odyssey" filmini hatirlarsiniz; filmin temel objesi dev bir monoloit yani tas bir bloktu.Arthur C.Clarck'in bu ölümsüz ramaninda ve de filminde monolit ,insanliga yol gösteriyordu.
Ranger Krateri yakininda benzer bir monolit birkaç kez görüldü ama sonra kayboldu; derken baska yerlerde yine görüldü ama onlar da kayboldular. Adi gizli tutulan bir NASA görevlisinde" aldigi fotografi kanit olarak gösteren arastirmaci George Leonard. yine ayni kraterin yanindaki dev tas blogu gösterdi; resim çok netti ve üzerinde Y ve Z harflerine benzer sekiller vardi. Leonard iöyle diyor; "Ay, UFO'lara aittir, bizi Bronz Çagi'ndan beri izliyorlar, politikalarimizi ve savaslarimizi gözlemliyorlar; aslinda dünya üzerinde birçok iz birakmislardi. Ranger 7'nin fotograflari bunlari gösteriyor."
NASA neleri sakliyor ?
En azindan astronotlarin gördüklerini sakliyor hatta onlarin bizzat anlattiklarini dahi inkar ediyor. Peki, NASA bunu neden yapiyori Eger astronotlarin Yer Kontrol ile konustuklari dogruysa, ki elde birçok teyp banti vardir, bunlar neden yeterli görülmüyoriCalifornia Üniversitesi'inden Dr. James Harder, kayitlari NASA kayitlariyla karsilaitirdigini ama NASA'nin her nedense bu kayitlari resmen kabul etmedigini ama üst düzeyde özel olarak dogrulandigini söylüyor. Bir hükümet ajani ise, olaylarin örtüldügünü kabul ederken, korkunun panik kaygisindan kaynaklandigini belirtiyor. UFO'lar bir yana, Ay'la ilgili bilgilerin SSCB ve ABD tarafindan saklanmasi için gösterilen "panik" olgusu yeterli degil. Bu olay belki kapali bir rejim olan SSCB'de yeterli olabilirdi ama demokratik bir ülke olan
ABD'de normal degildir. FBI ve CIA tarafindan VVashington'un bürokratik koridorlarinda olusturulan ketumiyet girdabinin arkasinda kimler vardir ?Ve soru yine gündeme geliyor; neden ???
George Leonard, tüm çalismalarini ve arastirmalarini, hayati ama baska bir soruya yöneltiyor; "Eldeki veriler ve sinirli fotograflar NASA tarafindan kabul ediliyor ama yaptiklari çalismalar çok az veya bireysel. Ay'la ilgili sistematik bir çalismanin yapilmasina engel olan nediri Ya da NASA, neleri ne nadar biliyori Gizemi çözmek isteyenlerin ellerindeki bilgiler, NASA ve eski Sovyet yetkilileri tarafindan kisitlanmis ya da özellikle yetersiz kilinmistir." Tam ve gerçek bir resmi açik-ama toplumu panige sokabilir mii Geçmiste evet ama bugün belki; hatta hayir çünkü günümüzün toplumu böylesine evrensel bir olaya dahi duyarsiz kalacaktir ve bu olasi davranis yetkililer tarafindan artik bilinmektedir. Öyleyse, ya astronotlarin
ve gözlemcilerin anlattiklari dogru degildir, ya da gizliligin arkasinda çok daha geçerli bir neden vardir. Ne mii Leonard burada da iddiali; "Geçerli neden çok daha makrodur yani dünyadisi bir zeka ile bir anlasma veya ortak bir görüs birligi saglanmistir; bunun da toplum tarafindan bilinmesi birilerine göre yetersizdir.
Arizona'daki Amerikan Meteorit Müzesi Müdüni otan Dr. H. H. Nininger, 1952 yilinda yapilan bir gözlemde Ayda 20 mil uzunluiunda bir cam duvarin bulundugunun resmen kanittanlandigini söylüyordu. Nininger'e göre. bu duvarin bulundugu "Verimlilik Vadisindeki Messier ve Pickering kraterleri normal degildirler ve hatta yapay olmalari gerekir. Bu iki kraterin arasinda girisinin gözlemlendigi bir tünel vardir (Science Sgest-Kasim 1952).
Benzeri bir iddia, Britanya Astronomi Birligi'nden DR. H. P.Wilkins tarafindan ileri sürülmüitür, bilim adamina göre, Ay'in dis yüzeyinden içeri giden tüneller ve yollar yani Ay'in içinde bosluklar vardir. Akla hemen bilim kurgunun büyük ismi H. G. wells geliyor; "Ay'da ilk insanlar' adli çocuksu romaninda,
Ayin içinde yaiayan bir uygarligi: Selenitler'i hikaye etmisti. oca Wells, birsey biliyor muydui Galiba kesin sözü burada "vemek mümkün deiil; biraz daha zaman gerekiyor olabilir ama insanligin dikkati artik Mars a yönelmis durumda ve sanki artik Ay yokmus gibi davraniliyor ya da gidildi, görüldü ve daha fazla karistirilmamasi mi istendii
12 Agustos 1971'de Apollo 15'in kumandani astronot David Scott, bir basin toplantisi yapti; "Aya gittik, gözlemcilerin elde attigi bilgileri test ettik ama araçlarimizin kaydettigi bilgiler mekanik veya elektroniktir daha önemlisi düsüncelerimizdeki bilgilerdir. Plutarch'dan gelen bir sözcük var; 'Düsünce, rastgele doldurulan bir kap veya tas degildir, ama düsünce bir atestir ve onu yakmak için ates gerekir." Sonuç olarak, Ay'in yapay bir uydu oldugunu düsünmeyebiliriz ama bunun için düsünsel bir devrime ihtiyacimiz var gibi yani geçmisimizdeki tutuculuk baglarindan kurtulmaliyiz. Yeni bir insan gerçegini aramali ve düsünceyi özgür birakmaliyiz. Bir zamanlar Ay'a ayak bastigimizda, çok heyecanlanmistik ama eger Ay bilinmeyen bir zekanin ürünü olan yapay bir uyduysa, bunu kanitlamak insanligin kendisini ve yasadigi ortami tanimasi yönünden daha heyecan verici olacaktir.



5 Mart 1587:
"Ay'in yüzeyinde bir yildiz görüldü."
Yüzlerce insan bu mucizeye sasirdi,
isigin sivri uçlari ve
boynuzlari vardi.
(Harrison 1876 - Lowes 1927)
12 Kasim 1671:
Gökbilimci ve fizikçi Cassini,
Ay'in üzehnde küçük beyaz bir bulut
gördü.
18 Mayis 1787:
Astronom Halley ve De Louville, Ay yüzeyinde hareketli isiklar gördüler. Mart-Nisan 1787:
William Herschel, Ay'da parlak noktalar ve dört volkan gördü. Açiklamakta zorluk çekiyordu ve en çok gördüklerinin hareket etmesine sasirmisti.
Temmuz 1821:
Alman astronom Gruithuisen, Ay yüzeyinde, birden parlayan isik patlamalari gördü. Yanip sönen bu isiklari birkaç kez görmüstü.
12 Nisan 1826:
Fizikçi Emmett, Ay'daki Krizler Denizi üzerinde, kara bir
bulutun hareket ettigini rapor etti. Benzer bir rapor, 1954 yilinda modern astronomlar tarafindan da verilmisti.
Subat 1877:
Isikli bir hat veya çizgi Eudoxus Krateri'nin batisindan doiusuna giderken görüldü. Olay, bir saat sürdü.
4 Temmuz 1881:
Ay yüzeyinde piramit seklinde isikli iki tümsek belirdi ve bir saat içinde yavas yavas sönerek kayboldu.
24 Nisan 1882:
Aristotle Bölgesi'nde hareket eden dev gölgeler gözlemlendi.
31 Ocak 1915:
Yunanca'daki Gamma iiaretine benzer 7 beyaz isik görüldü.
23 Nisan 1915:
Clavius Krateri yaninda dar ve isikli bir
çizgi belirdi ve on dakika sonra
kayboldu.
14 Haziran 1940:
Sisli keskin bir çizgi çok net olarak Plato Krateri yaninda görüldü, çevresinde binlerce küçük isik yanip sönüyordu. 19 Ekim 1945:
Darvin Duvari yaninda üç büyük parlak nokta görüldü; Olay, astronom Moore ve daha birçok astronom tarafindan rapor edildi.
24 Mayis 1955:
Ay'in güney kutbu
bölgesinde, elektriksel
panamalar, bilimci Firsolf tarafindan
izlendi.
8 Eylül 1955:
Taurus Hatti sinirinda iki parlak isik görüidu. bu yer yillar sonra Apollo 17'nin indigi yerdi.
21 Haziran 1964:
iki saat süreyle, gözlemci floss D. tarafindan haraket eden büyük siyah bir gölge izlendi.
3 Temmuz 1965:
Bir saat on dakika süreyle, Aristarchus Bölgesi'nde nabiz gibi yanip sönen bir isik gözlendi.
25 Eylül 1966:
Yine Plato Krateri yakininda yanip sönen isiklar gözlendi; bazilarim göre kirmizimsi bir yama gibiydiler; ayni gün Gassendi Bölgesi'nde 30 dakika süreyle kirmizi büyük bir isik belirdi. Bir ay sonra ise, ayni yerde yine yanip sönen kirmizi isiklar vardi.
11 Eylül 1967:
insanligin ilk ayak bastigi yer olan Sessizlikler Denizi'nde görülen kara bir bulut sonradan mor renge dönüstü;
olayin Montreal'i? bir astronomi grubu tarafindan gözlendigi NASA tarafindan açiklandi.