instagram twitter linkedin github youtube

30.6.20

Karadelik nedir?

Kara delik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir. Kara delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ışık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler. Kara deliklerin, "tekillik"leri dolayısıyla, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir. Karadeliklerin içinde zamanın ise yavaş aktığı veya akmadığı tahmin edilmektedir. Kara delikler Einstein'ın genel görelilik kuramıyla tanımlanmışlardır. Doğrudan gözlemlenememekle birlikte, çeşitli dalga boylarını kullanan dolaylı gözlem teknikleri sayesinde keşfedilmişlerdir. Bu teknikler aynı zamanda çevrelerinde sürüklenen oluşumların da incelenme olanağını sağlamıştır. Örneğin, bir kara deliğin potansiyel kuyusunun çok derin olması nedeniyle yakın çevresinde oluşacak yığılma diskinin üzerine düşen maddeler diskin çok yüksek sıcaklıklara erişmesine neden olacak, bu da diskin (ve dolaylı olarak kara deliğin) yayılan x-ışınları sayesinde saptanmasını sağlayacaktır. Günümüzde, kara deliklerin varlığı, ilgili bilimsel topluluğun (astrofizikçiler ve kuramsal fizikçilerden oluşan) hemen hemen tüm bireyleri tarafından onaylanarak kesinlik kazanmış durumdadır.


Kara delik “çekimsel tekillik” denilen bir noktaya konsantre olmuş bir kütleye sahiptir. Bu kütle "kara deliğin olay ufku" denilen ve söz konusu tekilliği merkez alan bir küreyi oluşturur. Bu küre, kara deliğin uzayda kapladığı yer olarak da düşünülebilir. Kütlesi Güneş'in kütlesine eşit olan bir kara deliğin yarıçapı yalnızca yaklaşık 3 km'dir.
karadelik kaynak:wikipedia


Yıldızlar arası (milyonlarca km) uzaklıklar söz konusu olduğunda, bir kara delik, herhangi bir kozmik cisim üzerinde, kendisiyle aynı kütleye sahip bir kozmik cisminkinden daha fazla bir çekim kuvveti uygulamaz; yani, kara delikleri karşı konulamaz bir kozmik “aspiratör” olarak düşünmemek gerekir. Örneğin Güneş’in yerinde onunla aynı kütleye sahip bir kara delik bulunsaydı, Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin yörüngelerinde herhangi bir değişim olmayacaktı.

Birçok kara delik türü mevcuttur. Bir yıldızın çekimsel içe (kendi üzerine) çökmesiyle oluşan kara delik türüne "yıldızsal kara delik" denir. Bu kara delikler galaksilerin merkezinde bulundukları takdirde birkaç milyarlık “güneş kütlesi”ne kadar çıkabilen devasa bir kütleye sahip olabilirler ve bu durumda “dev kara delik” (veya galaktik kara delik) adını alırlar. Kütle bakımından kara deliklerin iki uç noktasını oluşturan bu iki tür arasında bir de, kütlesi birkaç bin "güneş kütlesi" olan üçüncü bir türün bulunduğu düşünülür ve bu türe “orta kara delik”ler  denilir. En düşük kütleli kara deliklerin ise kozmos tarihinin başlangıcındaki Büyük Patlama’da oluştukları düşünülür ve bunlara da "ilksel kara delik"  adı verilir. Bununla birlikte ilksel kara deliklerin varlığı halihazırda doğrulanmış değildir.

Bir kara deliği doğrudan gözlemlemek imkânsızdır. Bilindiği gibi bir nesnenin görülebilmesi için, kendisinden ışık çıkması veya kendisine gelen ışığı yansıtması gerekir; oysa kara delikler çok yakınından geçen ışıkları bile yutmaktadırlar. Bununla birlikte varlığı, çevresi üzerindeki çekim icraatinden, özellikle mikrokuasarlarda ve aktif galaksi çekirdeklerinde kara delik üzerine düşen yakınlardaki maddenin son derece ısınmış olmasından ve güçlü bir şekilde X ışını yaymasından anlaşılmaktadır. Böylece, gözlemler dev veya ufak boyutlardaki bu tür cisimlerin varlığını ortaya koymaktadır. Bu gözlemlerin kapsadığı ve genel görelilik kuramına uyan cisimler yalnızca kara deliklerdir.

Kara delik kavramı ilk olarak 18. yüzyıl sonunda, Newton'un evrensel çekim kanunu kapsamında doğmuştur denebilir. Fakat o dönemde mesele yalnızca “kaçış hızı” ışık hızından daha büyük olmasını sağlayacak derecede kütleli cisimlerin var olup olmadığını bilmekti. Dolayısıyla kara delik kavramı ancak 20. yüzyılın başlarında ve özellikle Albert Einstein'ın genel görelilik kuramının ortaya atılmasıyla fantastik bir kavram olmaktan çıkmıştır. Einstein'ın çalışmalarının yayımlanmasından kısa süre sonra, Karl Schwarzschild tarafından, “Einstein alan denklemleri”nin merkezî bir kara deliğin varlığını içeren bir çözümü yayımlanmıştı. Bununla birlikte kara delikler üzerine ilk temel çalışmalar, varlıkları hakkındaki ilk sağlam belirtilerin gözlemlerini izleyen 1960'lı yıllara dayanır. Kara delik içeren bir cismin ilk gözlemi,  1971'de Uhuru uydusu tarafından yapıldı.Uydu Kuğu takımyıldızının en parlak yıldızı olan Cygnus X-1 çift yıldızında bir X ışınları kaynağı olduğunu saptamıştı. Fakat "kara delik" terimi daha önceden, 1960'lı yıllarda Amerikalı fizikçi John Wheeler vasıtasıyla ortaya atılmıştı. Bu terimin terminolojiye yerleşmesinden önce ise kara delikler için “Schwarzschild cismi” ve “kapalı yıldız” terimleri kullanıldı.

Kara delik diğer astrofizik cisimleri gibi bir astrofizik cisimdir. Doğrudan gözlemlenmesinin çok güç olmasıyla ve merkezî bölgesinin fizik kuramlarıyla tatminkâr biçimde tanımlanamaz oluşuyla nitelenir. Merkezî bölgesinin tanımlanamayışındaki en önemli etken, merkezinde bir "çekimsel tekilliği" içeriyor olmasıdır. Bu çekimsel tekillik, ancak bir “kuantum çekimi” kuramıyla tanımlanabilir ki, günümüzde böyle bir kuram bulunmamaktadır.  Buna karşılık, uygulanan çeşitli dolaylı yöntemler sayesinde, yakın çevresinde hüküm süren fiziksel koşullar ve çevresi üzerindeki etkisi mükemmel biçimde tanımlanabilmektedir.
en net karadelik kaynak:wikipedia


Öte yandan kara delikler çok az sayıdaki parametrelerle tanımlanmaları bakımından şaşkınlık verici nesnelerdir. Yaşadığımız evrendeki tanımları yalnızca üç parametreye bağlıdır: Kütle, elektriksel yük ve açısal momentum. Kara deliklerin tüm diğer parametreleri (boyu, biçimi vs.) bunlarla belirlenir. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, örneğin bir gezegenin tanımlanmasında yüzlerce parametre söz konusudur (kimyasal bileşim,elementlerin farklılaşması, taşınım, atmosfer vs.) Bu yüzden 1967’den beri kara delikler yalnızca bu üç parametreyle tanımlanırlar ki, bunu da 1967’de Werner Israel tarafından ortaya atılan "saçsızlık kuramı"na  borçluyuz. Bu, uzun mesafeli temel kuvvetlerinin yalnızca kütleçekim ve elektromanyetizm oluşunu da açıklamaktadır; kara deliklerin ölçülebilir özellikleri yalnızca, bu kuvvetleri tanımlayan parametrelerle, yani kütle, elektriksel yük ve açısal momentumla verilir.

Bir kara deliğin kütle ve elektriksel yükle ilgili özellikleri "klasik" (genel göreliliğin olmadığı) fiziğin uygulanabileceği olağan özelliklerdir: Kara deliğin kütlesine oranla bir "kütleçekim alanı" ve elektriksel yüküne oranla bir elektrik alanı vardır. Buna karşılık açısal momentum etkisi genel görelilik kuramına özgü bir özellik taşır: Kendi ekseni etrafında dönen kimi kozmik cisimler, yakın çevrelerindeki uzay-zamanı da “sürüklemek” (eğmek) eğilimindedirler. "Lense-Thirring etkisi" denen bu fenomen şimdilik Güneş Sistemi’mizde gözlemlenmemektedir.  Kendi ekseni etrafında “dönen karadelik” türü çevresindeki yakın uzayda bu fenomen inanılmaz ölçülerde gerçekleşmektedir ki, bu alana “güç bölgesi” (ergorégion) veya “güç küresi”  adı verilmektedir.

28.6.20

Nebula nedir ?

Tüm yıldızların doğum yeri olan bulutsular (nebula), galaksilerin temel bileşenlerindendir. Bir Nebula oluşmadan önce bir yıldızdır. Bu yıldız büyüdükten sonra ya beyaz cüce ya nötron yıldızı ya da bir karadelik olur. Fakat bütün yıldızlar bunlardan biri olmadan önce kırmızı süperdev haline gelir. Peki, Nebula (bulutsu) tam olarak nedir?
Nebula ya da bulutsu uzayda bulunan ve geniş alanlara yayılmış olan gazlar, toz, Hidrojen, helyum ve diğer iyonize gazlardan oluşan bulutsu yapı. Eskiden galaksileri de kapsayacak şekilde yaygın gök cisimlerine verilen isim iken, astronominin ilerlemesi ile galaksi ile nebula farklı anlamlarda kullanılır olmaya başlamışlardır. Yıldızlar arasında bulunan boşluklarda yer alan ve yıldızların yaydıkları ışık enerjisi ile görünür hale gelen yoğun gaz ve toz bulutları, galaksilerin temel bileşenlerindendir.
kaynak:wikipedia
orion bulutsusu , kaynak:wikipedia


BULUTSU NASIL OLUŞUR?

Bir Nebula oluşmadan önce bir yıldızdır. Bu yıldız büyüdükten sonra ya beyaz cüce ya nötron yıldızı ya da bir karadelik olur. Fakat bütün yıldızlar bunlardan biri olmadan önce kırmızı süperdev haline gelir. Bu yıldızlar çok büyük oldukları için içten gelen basınç ve yüksek (100.000.000 °C) sıcaklığın etkisiyle uzay boşluğuna gaz salarlar.
Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük ve hızlıdır. Daha sonraları bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar. Bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.000 °C den fazladır. Bu sıcaklık ve çeşitli basınçlar oradaki gazlar (Hidrojen) ile birleşerek füzyon reaksiyonu başlatırlar. Bu füzyon reaksiyonu yeni bir yıldızın ilk temelleridir. Daha sonra o minik yıldızlar büyür ve anakol yıldızına dönüştüğü zaman ana yıldız kadar olmasa da gaz püskürtmesi yaparlar. Bu arada ana yıldız kahverengi veya beyaz cüce olup ömrünü demir ve karbon yığını olarak tamamlamıştır.

21.6.20

Vadeli hesap nedir ?

Vadeli hesap birçok yerde duyulan ve sık karşılaşılan banka hesabı çeşitlerinden biridir. Vadeli hesap para birikimi yapmak için kullanılan bir hesap türüdür. Evde biriken paranın zaman geçtikçe değer kaybetmesi önlemek için kullanılır.

 Vadeli hesap bankalarda açılan hesaba yatırılmış olan paranın zaman içinde bir getirisinin olması demektir. Vadesiz hesaba yatırılmış olan bir miktar para banka hesabında ne kadar durursa dursun aynı şekilde kalır. Fakat vadeli hesaba yatırılan aynı miktar para banka hesabında kaldığı süre ile doğru orantılı olarak sürekli artar.

 Vadeli hesap için yatırılmış olan para 1 ay, 6 ay, 1 yıl gibi sürelerde faiz oranı hesaplanarak hesaba yatırılmış olan paranın miktarında artış sağlar. Vadeli hesap birikim yapmak için kullanılır. Birikim yapmak isteyen bir kişi parasını vadeli banka hesabına yatırdığı takdirde parası durduğu yerde zaman içinde değerini kaybetmez. Bu husus da birikim yapmada en önemli olan hususlardandır.

 Vadeli hesaplar birikim yapmak için kullanılırlar. Bankalar vadeli hesabı olan müşterileri için yatırım yapar ve zaman ile değişen faiz oranlarının müşterisini etkilememesini ve paranın değer kaybetmemesini sağlar. Birikim yapmak isteyen bir kişi için vadeli hesap açmak ve parasını vadeli hesapta bulundurması kendisi için birçok avantaj sağlar. Birikim yapmak isteyen kişiler için en avantajlı ve en iyi seçeneklerden biri vadeli hesaplardır. Geleceğini planlayan ve elinde para bulundurmak isteyen kişiler vadeli hesaplar aracılığı ile avantajlı olarak birikim veya yatırım yapabilmektedirler.

15.6.20

YATIRIM BANKACILIĞI NEDİR?

Yatırım bankacılığı, bir banka veya finansal kuruluşun, sigortalama ile birleşme ve devralma danışmanlık hizmetleri sağlayarak hükümetlere, şirketlere ve kurumlara hizmet veren bölümüdür. Yatırım bankaları, yatırımcılar ile şirketler (işlerini büyütmek ve işlerini yürütmek için sermaye gerektiren) arasında aracı olarak hareket ederler.

Bu yazımızda size yatırım bankacılığının ne olduğunu ve yatırım bankacılarının ne işler yaptığını aktaracağız.

YATIRIM BANKALARI NE İŞ YAPAR?

Yatırım bankacılığı; şirketler, hükümetler ve diğer kuruluşlar için sermaye yaratılmasıyla ilgili özel bir bankacılık bölümüdür. Yatırım bankaları, her türlü şirket için yeni borç ve öz sermaye teminatlarından yararlanır, menkul kıymetlerin satışına yardımcı olur ve hem kurumlar hem de özel yatırımcılar için birleşme ve devralmalar, yeniden yapılanmalar ve aracılık işlemlerinin kolaylaştırılmasında rol alır.



Yatırım bankaları ilk olarak ABD'de kurulmuştur ve ülkeye olan getirisinin oldukça fazla olduğu görüldüğünde diğer ülkelere de hızla yayılmıştır. Ülkemizde de özellikle 2001 yılı krizinden sonra önemi katlanarak artmıştır. Finansman dışında çalışmadığınız sürece, yatırım bankası terimi, pek çok insanın tam olarak ne olduğunu sormaya başladığında, 2008-2009 ekonomik bunalımına kadar kendini göstermedi. Basitçe söylemek gerekirse, bir yatırım bankası, alışkın olduğunuz kurumlar gibi değildir. Çalıştığınız banka, ticari krediler veya maaş çekinizin ödenmesine yardımcı olur. Fakat yatırım bankası bundan farklı çalışır. Örneğin; Coca-Cola, Asya'da yeni şişeleme tesisleri kurmak için 10 milyar dolar değerinde tahvil satmak isterse, bir yatırım bankası, tahviller için alıcı bulmasına ve evrak işlerini, avukatlar ve muhasebecilerle birlikte ele almasına yardımcı olur.

Genel olarak konuşursak, yatırım bankaları büyük ve karmaşık finansal işlemlerde yardımcı olmaktadır. Yatırım bankacısının müşterisinin bir satın alma, birleşme veya satış yapmayı düşündüğü durumlarda, bir şirketin ne kadar değerli olduğu ve bir anlaşmanın ne kadar iyi yapılacağı konusunda tavsiyelerde bulunabilirler. Ayrıca müşteri gruplarına para toplama aracı olarak menkul kıymetlerin verilmesini ve bir şirketin halka açılması için gerekli olan dokümantasyonları oluşturmayı da içerebilir.

Yatırım bankaları müşteri ilerlemeden önce proje ile ilgili riskleri tanımlayarak müşteri zamandan ve paradan tasarruf etmesini sağlamaya da yarar. Teorik olarak kendi alanlarındaki uzmanları yatırım bankacıları, mevcut yatırım ortamının nabzını tutarlar. Bu nedenle, şirketler ve kurumlar gelişimlerini en iyi şekilde nasıl planlayacakları konusunda tavsiye almak için yatırım bankalarına yöneliyor.

Yatırım bankaları, gelirleri en üst düzeye çıkarmak için hangi finansal araçların kullanılması gerektiğine karar verirken aynı zamanda yasal şartların takibinde de yardımcı olur. Genellikle, bir şirket ilk halka arzını elinde tuttuğu zaman, bir yatırım bankası bu şirketin hisselerinin tamamını veya bir kısmını doğrudan şirketten satın alır. Ardından şirketin vekili olarak, yatırım bankası şirketin piyasadaki paylarını satar. Bu da şirket için işleri oldukça kolaylaştırır.

Yatırım bankası bu işlemleri yaparken kar da elde eder. Çünkü banka sahip olduğu hisse senetlerini başlangıçta ödediği fiyattan bir markete fiyatlandıracak. Bunu yaparken de önemli miktarda risk de almış olur. Tecrübeli analistler, stoklarını ellerinden geldiğince doğru bir şekilde fiyatlandırmak için uzmanlıklarını kullansalar da, yatırım bankası borsadan fazla değer kazanmışsa para kaybı yaşayabilir.

Yatırım bankaları genellikle halka arz projelerini güvence altına almak için birbirleriyle rekabet eder ve bu da halka açılmakta olan şirketle olan anlaşmayı güvence altına almak için ödemek istedikleri fiyatı artırmaya zorlayabilir. Eğer rekabet şiddetli ise, bu durum yatırım bankasının en alt seviyesine ciddi bir darbe verebilir. Fakat her bir yatırım bankası varlıklarının değerini artırmaya çalışıyor olduğundan her birinin kazanç oranı da beklenenden az olacaktır. Bu da yatırım bankalarını daha az riskli yapar.

Özetlemek gerekirse yatırım bankaları;

Halka arz başlatmak veya sigorta şirketleri veya bankalar gibi karmaşık yatırımcılara yerleştirilebilecek özel bir hisse senedi sınıfı oluşturmak,

Borç sermayesini artırma,

Tahvil ya da yeni ürün lansmanı yapmak,

Şirket içi para yöneticilerinin şirket hesabına kendi parasıyla yatırım yaptıkları veya aldıkları ticarette tescilli işlemler yapmaktan sorumludur.

Yatırım bankacılığının asıl amacı kar sağlamaktır. Kar amacı da her zaman rekabeti beraberinde getirir. Rekabetle birlikte ülke içinde yatırım yapılması tetiklenmiş olur ve görülen fiyat artışlarında azalma meydana gelir. Böylelikle ülke içindeki para dolaşımı artacak ve enflasyon görülme olasılığı düşecektir. Ülkeler arasındaki etkileşimde de pazar olanaklarının artması ve rekabet ortamıyla birlikte dış ticaret hacminde olumlu yükselmelerin görülmesi muhtemeldir.

12.6.20

Solvency nedir ?

Sözlük anlamıyla borçlarını ödeyebilme kapasitesi anlamına gelen solvency, Türkçeye “yükümlülük karşılama yeterliliği” veya "sermaye yeterliliği" olarak çevrilmektedir. Yükümlülük karşılama yeterliliği, şirketlerin sigortalılara karşı olan yükümlülüklerini karşılayıp karşılamayacaklarına dair işletme hesapları ve olası değişimler hakkında bilgi sunan bir uygulamadır ve bu uygulamayla, şirketlerin belli bir anda borçlarını karşılamaya yeterli olup olmadığı ölçülmektedir.

Avrupa Birliği’ne bakıldığında, hayat branşında yükümlülük karşılama yeterliliğiyle ilgili ilk düzenleme, hayat sigortacılığına ilişkin 1979 yılında çıkartılan 79/267/EEC sayılı Direktif çerçevesinde, hayat dışı branşlarda yükümlülük karşılama yeterliliğiyle ilgili ilk düzenleme ise, hayat dışı sigortacılığına ilişkin 1973 yılında çıkarılan 73/239/EEC sayılı Direktif çerçevesinde yapılmıştır. Söz konusu Direktiflerde yer alan yükümlülük karşılama yeterliliğine ilişkin düzenlemeler, hayat sigortası şirketlerinin yükümlülük karşılama yeterliliğine ilişkin 2002/12/EC sayılı ve hayat dışı sigorta şirketlerinin yükümlülük karşılama yeterliliğine ilişkin 2002/13/EC sayılı Direktiflerle tadil edilmiştir.

Ülkemizde yükümlülük karşılama yeterliliği, 19.01.2008 tarih ve 26761 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve daha sonra çeşitli değişikliklere uğrayan Sigorta ve Reasürans ile Emeklilik Şirketlerinin Sermaye Yeterliliklerinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik  ile düzenlenmiştir.

Avrupa Birliği'nde bulunan garanti fonu uygulamasına benzer bir teminat uygulaması ülkemizde de mevcuttur. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu'nun teminatlar başlıklı 17nci maddesine göre, hayat dışı sigorta şirketleri sermaye yeterliliğinin üçte birinden az olmamak üzere teminat olarak minimum garanti fonu tesis edecektir. Minimum garanti fonu, hiçbir dönemde, çalışılan branşlar itibarıyla gerekli olan asgari sermaye tutarlarının üçte birinden az olamaz. Hayat branşında faaliyet gösteren sigorta şirketleriyse, ikrazlar ve henüz tahsil edilmemiş prim alacakları tutarına isabet eden matematik karşılıkların düşülmesinden sonra kalan tutara karşılık gelen varlıkları teminat olarak Müsteşarlık lehine bloke ettirmek zorundadır.

Avrupa Birliği Solvency II Projesi

Solvency II projesi Avrupa Birliği'nde Solvency I ile başlayan çalışmanın devamı niteliğindedir. Solvency I Avrupa Birliği tek sigorta piyasasında sermaye yeterliliği rejimini yeniden düzenleyip güncelleştirirken, Solvency II çok daha kapsamlı düzenlemeler getirmektedir. Solvency II’de ana hedef, solvency sistemini oluştururken sigorta şirketinin karşı karşıya kaldığı riskleri daha iyi değerlendirmektir. Solvency II mevcut sistemi çok daha geniş bir perspektiften gözden geçirirken, günümüzdeki çok çeşitli riskleri, risk yönetimi, finans teknikleri ve finansal raporlama gibi uygulamaları dikkate almayı amaçlamaktadır. Mevcut sistemle arasındaki bir diğer temel fark, Solvency II’nin varlıkları daha detaylı şekilde incelemesi, hem varlıklar hem de yükümlülükleri daha sofistike metotlarla ele almasıdır. Bu çerçevede, Solvency II tek başına muhasebe penceresinden yapılan hesaplara ve aktiflerin durumuna değil, gerçek risk ölçümlerine dayanmakta ve varlıklarla beraber yükümlülükleri de daha fazla dikkate alan bir uygulama getirmeyi amaçlamaktadır. Sonuç olarak, yeni sistemin hem daha “dinamik” hem de daha fazla “riske dayalı” olması beklenmektedir.

Solvency II sistemin tamamen yürürlüğe girmesinin 2012 yılını bulması beklenmekte olup, 10 Temmuz 2007 tarihinde Avrupa Komisyonu Solvency II sistemini kuran ve sigortacılıkla ilgili 13 Direktifi tek çatı altında toplayan Direktif Taslağını yayınlamıştır. Avrupa Komisyonu Şubat 2008 tarihinde Taslakta ufak değişikliklere giderek 26 Şubat 2008 tarihinde yeni bir Taslak yayınlamıştır.
Avrupa Komisyonu'nun önerdiği Solvency II Direktif Taslağı önemli değişikliklere uğrayarak 22 Nisan 2009 tarihinde Avrupa Parlamentosu'nda, 5 Mayıs 2009 tarihinde ise Avrupa Konseyinde
onaylanmış olup, 25 Kasım 2009 tarihli Avrupa Birliği Resmi Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

7.6.20

BASEL II NEDİR?

Bankaların sermaye yeterliliklerinin ölçülmesine ve değerlendirilmesine ilişkin olarak Uluslarası Ödemeler Bankası (BIS) bünyesinde oluşturulan Basel Bankacılık Denetim Komitesi (BCBS) tarafından yayımlanan ve yakın tarihte (2007-2008 yılı başında) birçok ülkede yürürlüğe girmesi beklenen standartlar bütünüdür.

BASEL-II KRİTERLERİNİN AMACI

- Bankaların maruz kaldıkları riskleri daha iyi ölçmek ve bunu en az sermaye düzeyi ile ilişkilendirmek,

- Ulusal ve Uluslararası denetim uygulamalarını güçlendirmek,

- Şeffaf ve Uluslararası genel kabul görmüş muhasebe ilkelerine uyumlu finansal tablolar yolu ile piyasa disiplinini sağlamak.

BASEL II’DEN BEKLENEN
FAYDALAR

* Bankalarda risk yönetimi ve kültüründeki etkinliğin arttırılması,

* Bankaların aracılık fonksiyonlarını daha etkin bir biçimde yerine getirmesi ,

* Bankaların sermaye düzeylerinin maruz kaldıkları risklere paralel hale getirilmesi,

* Bankalar tarafından kamuya açıklanacak bilgiler aracılığıyla piyasa disiplininin arttırılması,

* Bankaların müşterileri konumundaki kişi ve kuruluşların kurumsal yönetişim yapılarının iyileştirilmesi.

BASEL II’NİN REEL SEKTÖR İLE
İLİŞKİSİ

-Bankalarda risk yönetimi ve kültürünün gelişmesini, dolaylı olarak ta, bankaların müşterisi konumunda bulunan reel sektör firmalarını olumlu yönde etkilemesi beklenmektedir.

-Basel-II, derecelendirme notu bulunmayan şirketler için mevcut duruma herhangi bir değişiklik getirmemektedir. Ancak, Basel-II ile birlikte yüksek derecelendirme notuna sahip şirketler diğerlerine göre daha avantajlı konuma geçecektir.

-Şirketlerde kurumsal yönetişimin artması ve kayıtdışılığın azalması yönünde doğal bir teşvik mekanizması oluşturacaktır.

-Basel II risk yönetiminde ortaya çıkan gelişmelerin, şeffaf olmayan ve yeterince kurumsallaşamayan reel sektör kuruluşlarının bankalarla yaşayabilecekleri sorunların, Basel II uygulamasından bağımsız olarak Uluslararası standartlara yükseltilmesi zorunluluğu bulunan risk yönetimi uygulamalarının doğal ve zorunlu bir sonucu olarak görülmelidir.

BASEL II KRİTERLERİNE GÖRE
KOBİ ÖLÇÜTLERİ

-250’den az işçi çalıştıran,

-Yıllık cirosu 50 milyon EUR’dan az ve

-Bilanço aktif toplamı 43 milyon EUR’dan küçük olan firmalar KOBİ (Küçük ve Orta Büyüklükte İşletme) tanımına girmektedir.

Bu durumda, Ülkemizde faaliyet gösteren reel sektör kuruluşlarının istatistikleri incelendiğinde; İstanbul Sanayi Odası’nın 2004 yılı sonu rakamlarına göre ilk 1000 firmasından 660’ının, TCMB’nin bilanço verilerini topladığı 7500’ü aşkın firmanın ise 6800’ünün Basel II kriterlerine göre KOBİ sayıldığı bir ortamda ne kadar büyük bir kitlenin etki alanına girdiği ortaya çıkmaktadır.

Halen Ülkemizde değişik kuruluşların uygulamış olduğu KOBİ tanımının yeknesak hale getirilmesi, BASEL II kriterlerine ve AB normlarına uyumun gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

KOBİ’LERİN YAŞAYABİLECEĞİ
ZORLUKLAR

Şeffaflık Sorunları

- Kayıt dışı işlemlerin kayıt içine alınmasının talep edilmesi,

- Bankalar tarafından daha fazla bilgi ve belge istenerek firmaların daha yakın izlemeye alınması,

- Finansal tabloların firmaların gerçek kapasitelerini ortaya koymaktan uzak olması.

KOBİ’LERİN YAŞAYABİLECEĞİ
ZORLUKLAR

Finansman Sorunları

- KOBİ’lerin çalıştıkları bankaların değişen ve değişmekte olan kredi tahsis ve kullandırım süreçlerine uyum sağlayamamaları nedeniyle finansal olanaklarının daralması,

- Firmanın sahip olduğu işhacminin üzerinde banka ile çalışması veya tek banka ile çalışmasının getireceği sıkıntılar,

- Bilançoda yeralan aktif ve pasif kalemler arasındaki vade, döviz kuru, parite ve faiz oranı uyumsuzluğunun finans kuruluşları tarafından daha detaylı değerlendirilmesi nedeniyle ortaya çıkabilecek sorunlar.

KOBİ’LERİN YAŞAYABİLECEĞİ
ZORLUKLAR

* Risk Bazlı Fiyatlama ve Teminatlandırma

* Kredi derecelendirme notuna göre faiz ve teminat verme zorunluluğu,
* Geleneksel teminatlardan müşteri çek ve senetleri ile firma ortaklarının ve grup şirketlerinin kefaletinin teminat kapsamında değerlendirilmemesi,
* Nakit, banka teminat mektupları ve gayrimenkul (İkamet amaçlı) ipoteklerinin teminat olarak bankalar tarafından talep edilmesi.

* Faaliyet gösterilen sektörler, bölgeler ve uluslararası piyasalardakigelişmeler ile sosyo-ekonomik gelişmelering gözönündebulundurulması,

* Operasyonel, bölgesel ve siyasal risklerin firmalara
getirebileceği olumsuzlukların değerlendirilmesi.

TEMİNATLAR

• Nakit, mevduat veya mevduat sertifikası

• Altın

• Borçlanma senetleri

(derecelendirme notuna veya likit ve bankalarca çıkartılmış
olmasına göre)

• Ana endeksteki (İMKB 100) hisse senetleri

• Yatırım fonları

• Ana endeks dışında, ancak organize piyasalarda işlem gören

senetler

• Ana endeks dışında, ancak organize piyasalarda işlem gören

senetleri de kapsamakta olan fonlar

• Gayrimenkul ipoteği

5.6.20

Basel III nedir?

 2008 Küresel Finansal Krizi'ninden sonra sonra Basel II uzlaşısının yetersiz yönlerini gidermek ve bankacılık sektöründe riski azaltmak üzere, finansal düzenlemeleri ve denetimini sağlamlaştırmak amacıyla Basel Komitesi tarafından hazırlanmış ek bir düzenlemedir.   

Basel III, Basel II uzlaşısının eksikliklerini tamamlamak için çıkarılmış olsa da Basel II'ye yeni yaklaşımlar ekliyor. Sermaye tanımı, karşı taraf kredi riski yaklaşımı, sermaye oranını değiştirerek sermaye tamponu tanımı Basel II'ye eklenen yeniliklerden. Bankalara etkisi de bir o kadar geniş.

BASEL III UZLAŞISININ HEDEFLERİ
Basel III uzlaşısının ulaşmak istediği hedefler;

-Basel II'nin eksikliklerini gidermek,

-Finans sektörünü güçlendirmek için sermayelerde düzenleme yapmak,

-Mikro ve makro bazda düzenlemelerle bankaların risk ortamlarına karşın dayanıklılığını artırmak,

-Bankaların şeffaflığını artırmaktır.

BU HEDEFLERE ULAŞMAK İÇİN

-Nicelik olarak asgari sermayenin artırılması,

-Nitelik olarak asgari sermaye gerekliliği standardı getirilmesi,

-Kaldıraç oranları sınırlamaları koymak ve likidite düzenlemeleri yapılması,

-Trading için sermaye yeterliliği hesaplamalarında değişiklik yapılması,

-Karşı taraf kredi riski hesaplamalarında değişiklik yapılması gerekiyor.  

BASEL III UZLAŞISININ EKONOMİYE ETKİLERİ


Basel Bankacılık Komitesi'nin hazırladığı Basel III uzlaşısının, sermaye ve likiditeye getirdiği kuralların çok sıkı olması, küresel anlamda ekonomik buhrana sebep olabileceği konusunda ülkeleri endişelendiriyor.

Döviz kurlarında, emtia fiyatlarında ve arz talep dengesinde de global anlamda bir değişiklik olması bekleniyor. Bu konuyla ilgili yapılan bazı çalışmalar ve araştırmalar sonucunda gelişmekte olan ekonomilerin, gelişmiş ekonomilerden daha fazla etkileneceği söyleniyor. Bir diğer endişe de bir ülkenin ekonomik sistemindeki zayıflamanın diğer ülkeleri de kolayca etkileyebilecek olması.

Türkiye'de ise Basel düzenlemelerini kullanırsa diğer ülkeler gibi sermaye ihtiyacıyla karşılaşmayacağı bekleniyor çünkü Türkiye'deki bankacılık sistemi, getirilen düzenlemelere, 2001'de yaşanan ekonomik kriz sonucu tekrar organize edilen sistemi sayesinde uyumlu.

BDDK tarafından Basel III Kapsamında Yapılan Düzenlemeler


Basel III düzenlmeleri kapsamında BDDK tarafından 2014 yılından itibaren geçerli olmak üzere;

  • “Bankaların Özkaynaklarına İlişkin Yönetmelik” ile yeni Özkaynak tanımı (“Eligible Capital”) yapılmıştır,
  • “Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik” revize edilmiş, sermaye yeterliliği oranına ilave olarak Ana Sermaye Yeterlilik Oranı (“Tier 1 Ratio”) ve Çekirdek Sermaye Yeterlilik Oranı (“Common Equity Tier1 Ratio”, CET) tanımlanmış, bu oranlar sırasıyla sırasıyla %6 ve %4,5 olarak belirlenmiştir,
  • “Bankaların Kaldıraç Düzeyinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik” ile Kaldıraç Oranı (Leverage Oranı) asgari düzeyi %3 olarak belirlenmiştir,
  • Likidite Karşılama Oranı (“Liquidity Coverage Ratio”, LCR) düzenlenmiştir.
  • Net İstikrarlı Fonlama Oranı (“Net Stable Funding Ratio”, NSFR) ile düzenleme taslağının 2015 yılında yayımlanması beklenmektedir.
Yukarıda değinilen Basel III kuralları, Basel Komitesi tarafından 2008 krizi sonrası istikrarın sağlanması amacıyla, finansal kuruluşların yüksek kalitede özkaynak ile faaliyet göstermelerini ve daha ihtiyatlı kaldıraç ve likidite oranları ile çalışmalarını sağlamayı hedeflemektedir.