instagram twitter linkedin github youtube

9.11.16

GÖBEKLİ TEPE





GÖBEKLİ TEPE


Urfa yakınlarında yer alan Göbekli Tepe’de sürdürülen arkeolojik kazılarda, tarih öncesi yaşam ve uygarlığa geçişle ilgili yerleşik bilgileri altüst edecek buluntulara rastlandı. Buluntular, taş çağında yaşayan avcı-toplayıcı atalarımızın yalnızca yaşamda kalma savaşı vermediklerini gösteriyor. Yaklaşık 11 000 yıl önce Anadolu topraklarında yaşayan atalarımız, günlük gereksinimlerini gidermenin yanı sıra doğayı anlamaya çalışmışlar, doğaüstü güçlerin ya da tanrıların varlığına inanmışlar, dinsel törenler için düzenli aralıklarla bir araya gelmişler. Bu dinsel törenlerde hep birlikte inançlarını simgeleyen hayvan ve insan kabartmalarıyla süslü tapınaklar, dev boyutlu dikili taşlar yapmışlar. Kazıyı yürüten kazıbilimciler, bu verilere dayanarak yerleşik yaşama geçişte ekonomik ya da ekolojik nedenlerin değil, bu kalabalık ve uzun süreli dinsel törenlerin rol oynamış olabileceğini düşünüyorlar. Bu da uygarlığın, sanıldığı gibi, Filistin ya da Mezopotamya’da değil Anadolu’da doğduğunu gösteriyor.

URFA yakınlarında yer alan Göbekli Tepe’de Alman arkeologların yürüttüğü kazılarda, ilkel avcı-toplayıcı atalarımızın dinsel törenler için yaptıkları “tapınaklar” gün ışığına çıkarılıyor. Yaklaşık 11 000 yıl öncesine, çanak-çömlekçiliğin henüz bilinmediği taş çağına (çanak-çömleksiz neolitik çağ) ait olan bu kalıntılar, Anadolu’da yaşayan ilkel atalarımızın da mimari yeteneklerinin olduğunu, hatta dinsel törenler için düzenli aralıklarla bir araya geldiklerini gösteriyor. Bu yeni veriler, insanlık tarihine ilişkin önemli bir yanılgıyı ortaya koyuyor.


Yakın bir zamana kadar, Filistin’deki Eriha (Jericho) ile Konya’daki Çatalhöyük yerleşim alanlarının, insanlığın uygarlık ve kültüre doğru ilk adımını attığı zaman dilimi olan neolitik çağa geçişi temsil ettikleri sanılıyordu. Neolitik çağda, avcı-toplayıcılardan tarımla uğraşan, hayvan yetiştiren, evler yaparak, köyler oluşturarak yerleşik bir yaşam sürdüren çiftçiler ortaya çıkmıştı. Bugüne kadar, çiftçiliğin yapılmasıyla birlikte başlayan yerleşik yaşamın ekonomik ya da ekolojik nedenlerden dolayı ortaya çıktığı düşünülüyordu. O dönemin insanları artık basit ve geçici derme çatma kulübeler değil, kalıcı ve dayanıklı konutlar yapıyorlardı. Dolayısıyla, neolitik çağın getirdiği en önemli değişimlerden sayılan mimarlık da yerleşik yaşamla birlikte ortaya çıkmış olmalıydı. Ne var ki, Göbekli Tepe’de halen sürdürülen kazılar, birçok insanın bir araya geldiği ve düzenli aralıklarla yapılan dinsel törenlerin yerleşik yaşama geçişe neden olduğunu gösteriyor. Ayrıca Göbekli Tepe’deki buluntular, mimarlığın avcı-toplayıcılar zamanında da var olduğunu ortaya koyuyor.
Yaklaşık 11 000 yıl önce yapılan dev tapınağın ortaya çıkarıldığı kazı, Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI) ile Urfa Müzesi’nin ortaklaşa projesi olarak Alman kazıbilimci Dr. Klaus Schmidt yönetiminde yürütülüyor. Bundan önce, 1990 yılında da, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün İstanbul şubesinde çalışmalarını sürdüren Anadolu’ya tutkun kazıbilimci Harald Hauptmann, Göbekli Tepe’ye 50 km uzaklıktaki Nevali Çori’de o güne değin bulunan en eski tapınağı gün ışığına çıkarmıştı

Schmidt’in Göbekli Tepe’de ortaya çıkardığı tapınağın bu denli yankı uyandırmasının nedeniyse onu yapanların avcı-toplayıcı insanlar olmaları. O çağlarda yaşayan avcı-toplayıcı insanlar, henüz tam olarak yerleşik yaşama geçmemişlerdi ve çanak-çömlekçiliği bilmiyorlardı. O nedenle yaşadıkları dönem çanak-çömleksiz neolitik olarak adlandırılır.

Bu dönem günümüzden 11 200 ila 8600 yıl arasını kapsar.
Daha önce Nevali Çori’de de çalışmış olan Schmidt, tümüyle çanak-çömleksiz neolitiğe ait olan Göbekli Tepe’yle, hem çanak-çömleksiz hem de çanak-çömlekli neolitiğe ait evreler içeren Nevali Çori arasında büyük paralellikler, hatta kesin bir bağlantı olduğunu öne sürüyor. Kazıbilimci, bu iki yerleşim alanının, daha önce ortaya çıkarılan başka yerleşim yerlerinden çok farklı oldukları ve herhangi bir karşılaştırma yapılmasının yanlış olacağı görüşünde.
1992 yılında Atatürk Barajı’nın suları altında kalan Nevali Çori’de, konut benzeri yapıların ve havalandırma delikleri olan ambarların yanı sıra karmaşık yapılı mozaik tabanları olan bir tapınak bulunuyordu. Yaklaşık 10 500 yıl önce yapılmış olan tapınak, üzerlerinde insan kabartmalarının yer aldığı destekler, bir mihrap, taştan oyulmuş, yılanlardan saç örgüleri olan bir büst, ayrıca insan-hayvan arası figürlerden kopan parçalardan oluşuyordu. Kazıbilimciler, Göbekli Tepe’deyse, bugüne kadar çapları 15 metreye varan daire biçimli üç alan ortaya çıkardılar. Kazı yerinde bulunan 16 destek ve kireçtaşı plakası üzerinde aslan, yılan, öküz, koç, tilki ve turna kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış figürleri yer alıyor. Tapınağı, ayrıca doğal boyutlarında, taştan oyulmuş yabandomuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri süslüyor. Ayrıca Nevali Çori’de bulunan bir insan heykelinin aynısı Göbekli Tepe’de de çıkarılmış. Kazıbilimciler, şu ana değin çıkarılan kalıntılardan, bu yerleşim alanının yaşının en az 11 000 olduğunu hesaplamışlar. Yerleşim alanının daha da eski dönemlere ait olması yüksek bir olasılık; çünkü henüz alt tabakalara ulaşılamadı.
Göbekli Tepe her ne kadar 1960′lı yıllardan bu yana biliniyorsa da, bölgenin çok özel ve önemli olduğunu kazıbilimci Schmidt 1994 yılında keşfetmiş. Kazıbilimci, Urfa yakınlarında yaptığı bir arazi çalışması sırasında yerdeki masif, işlenmiş, bir kısmı kazılmış kireçtaşı plakalarını fark etmiş; birkaç parçayı incelemek üzere yanına almış. Göbekli Tepe’de dikkatini çeken bir başka önemli olguysa, tepenin büyük miktarlarda işlenmiş çakmaktaşıyla dolu olmasıymış. Nevali Çori’de bulduklarını anımsayan Schmidt, bu tepenin altında insanlık tarihine ait çok önemli kanıtların olabileceğini düşünmüş; kazıları çok geçmeden başlatmış.

Kazıya başlar başlamaz da çok eski çağlara ait oldukları hemen belli olan duvarlar ve T biçimli destekler ortaya çıkmış. Bu, kazıbilimciler adına büyük bir başarı. Çünkü, yaklaşık 11 000 yıl sonra, taş çağı insanlarının yaptıklarını günümüze getirmiş oluyorlardı. Kazıbilimciler buluntulara bakarak, “ilkel” avcı-toplayıcıların yaşamı konusunda şimdiye kadar yanıldıklarını anladılar. Artık belli ki, avcı-toplayıcılar, yaşamlarını hiç de öyle tek düze, yalnızca karın doyurmak ve öteki yaşamsal gereksinimlerini gidermekle geçirmiyorlardı. Birbirinden ilginç dev boyutlu hayvan kabartmaları ve heykelleri, bu insanların yaşamında başka renkler de olduğunu gösteriyor. Kalıntılar, paleolitik çağdan (avcılık-toplayıcılık) neolitik çağa (tarımcılık ve hayvancılık) geçiş sırasında, insanların el becerilerinin ve sanatsal yeteneklerinin önemli ölçüde gelişmiş olduğunu ortaya çıkarıyor.
Arkeologlar, ayrıca, Göbekli Tepe’deki en eski yapıların dairesel biçimli, daha yeni yapılarınsa dikdörtgen biçimli olduklarını saptamışlar. Bu yapıların çatılarının olup olmadığı henüz bilinmiyor. Gün ışığına çıkarılan üç metre uzunluğundaki desteklerden bazıları, çevrelerindeki duvarlardan daha alçak. Bu da, kabartmalarla süslü bu sütunların çatılara destek amaçlı kullanılmadıklarını gösteriyor. Kazıbilimciler, bu kazıkların, bölgede yaşayan topluluğa ya da kabileye ait totemler olabilecekleri üzerinde duruyorlar. Demek ki o çağlarda yaşayan insanlar doğaüstü varlıklara inanıyorlarmış.
Kazı alanında, yerleşik yaşam olduğunu kanıtlayacak odalara, yemeklerin pişirildiği ocaklara ve topluca oturulan salonlara, hatta insan iskeletlerine şu ana değin rastlanmadı. Oysa Nevali Çori’de yapılan kazılarda, taş çağı insanlarının ölülerini evlerinin içine, tabanın altına gömdükleri ortaya çıkmıştı. Ama Göbekli Tepe’de yürütülen kazılar henüz bu düzeye ulaşmadı; şu ana değin toplam kazı alanının çok küçük bir bölümü ortaya çıktı. Önümüzdeki aylarda, bu konulardaki soru işaretlerinin netlik kazanması bekleniyor.
Kazı alanında bulunmuş olan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmaktaşlarından, neolitik çağ insanlarının kalıcı olmasa bile, en azından geçici bir dönem Göbekli Tepe’de yaşadıkları anlaşılıyor. Ancak bu insanların, 300 metre yükseklikte, suyun olmadığı bu tepede neden yaşadıkları henüz bilinmiyor. Dahası, evlerini yapabilmek için balçığı da tepeye kadar taşımış olmalılar. Bu bulgular göz önünde bulundurulduğunda şu önemli sonuca varılıyor: Büyük olasılıkla Göbekli Tepe, bölgede yaşayanlarca dinsel amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma yeriydi. İnsanların orada ne kadar süre kaldıkları neler yaptıkları ve ne kadar insanın bu merkezde bir araya geldiğiyse ileri aşamalarında ortaya çıkacak. Kazıbilimciler, tahminlerinde bir adım daha ileri giderek, Göbekli Tepe gibi yerleşim alanlarının belirli bir bölgeyi denetlemesi olasılığı duruyorlar. Böyle bir merkezi yerleşim, hiyerarşik yapıdaki bir topluluğun varlığını ortaya koyuyor. Belki de bölgede yaşayan kabile, dinsel törenleri düzenleme dışında, gündelik yaşamla ilgili işleri de denetim altına alıyor; aletlerin üretim ve dağıtın düzenliyor, avcılığı denetliyor, hayvan postlarının dağıtımını üstleniyordu.

Elde edilen bulgulardan, Göbekli Tepe’deki yerleşimin aniden, yaklaşık 9500 yıl önce sona erdiği anlaşılıyor. Schmidt, inançların değişmiş, belki de yeni inançların ortaya çıkmış olabileceğini düşünüyor.
Yaklaşık 8600 yıl önce başlayan çanak-çömlekli neolitik çağın başlangıcına bakılacak olursa, o dönemdeki yerleşimlerin su ya yeraltı kaynaklarına yakın yerlerde oldukları görülüyor. Bu dönemlerden elde edilen kalıntılar, tarımcılıkla hayvancılığın yaygın olduğunu gösteriyor. Çanak ve çömlekler üzerine yapılan ve dişiliği öne çıkaran resimlerden “doğurganlığın” önem kazandığı anlaşılıyor.
Kazıbilimciler, toplumsal yaşantının çiftçiliğe yönelmesini genellikle aşırı avlanmaya, iklim değişimlerine ya da nüfus patlamasına bağlıyorlar. Oysa Schmidt, çiftçiliğe geçişi farklı açıklıyor. Ona göre, çevredeki avcı-toplayıcıların dinsel törenlere katılmak üzere Göbekli Tepe gibi dini merkezlerde kısa süreli de olsa düzenli aralıklarla bir araya gelmeleri, tarımla hayvancılığın başlamasına yol açtı. Çünkü bu kadar kalabalık bir insan topluluğunu av hayvanlarıyla doyurmak olanaksızdı.
Peki, insanların henüz çanak-çömlekçiliği bilmediği, avcı-toplayıcı olarak yaşadığı, ancak büyük sanatsal yapıları ortaya koyabildiği bu geçiş dönemi neden daha önce keşfedilmemişti?
Bu olgu, Batılı kazıbilimcilerin İncil’deki Kutsal Ülke’yle ilgili söylemleri ispatlama hırslarıyla açıklanabilir. İncil’in izinden giden kazıbilimciler, dev duvarlarıyla Eriha’yı (Jericho) keşfettiler. Ürdün’deki bu yer, üzerinde fazla tartışılmadan insanlığın ilk büyük yerleşim alanı ilan edildi.
Kazıbilimciler, tarihöncesine ait başka yerleşim alanlarını Ürdün’de, Dicle ve Fırat ırmaklarının verimli ovalarında aradılar ve tahminlerinde yanılmadıklarını keşfettiler. Sonraki yıllarda, kazıbilimciler, bu iki ırmağın çıktığı yer olan Güneydoğu Anadolu bölgesini (Üst Mezopotamya) keşfettiler ve buralarda önemli buluntulara rastladılar. Böylece, “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan ve Filistin’deki Lübnan Dağı’ndan kuzeydeki Amanos Dağları’na uzanan, Doğu Torosların güney eteğini izleyerek Zagros Dağları’yla güneye kıvrılan bölge uygarlığın beşiği ilan edildi. Tarım ve hayvancılıkla ilgili çok erken dönemlere ait buluntular, bir neolitik devrimin gerçekleşmiş olabileceğine ilişkin tezleri doğruluyordu. Neolitik devrim, beraberinde yeni beslenme ve toplumsal yaşam biçimlerini, en önemlisi, uygarlığın doğuşunu getirmişti.
Peki, insanlar neolitik çağdan önce nasıl yaşıyorlardı? Günlerini yalnızca temel gereksinimlerini sağlamakla mı geçiriyorlardı? Bu sorunun yanıtını merak eden kimi arkeologlar, 1960′h yıllarda “Bereketli Hilal”in kenar bölgelerini araştırmaya başladılar ve önemli bulgular elde ettiler. Zagros ile Toros sıradağlarının eteklerinde, daha çiftçiliğe ve yerleşik yaşama geçmeden kültürel değerlere sahip gelişmiş bir taş çağı kültürüne ait birçok yerleşim alanını keşfettiler.

Bu kültürel değerler şu sıralar Urfa bölgesinde gün ışığına çıkıyor. Kazıbilimciler Schmidt ve Hauptmann, başka yerlerde de Göbekli Tepe’deki kalıntılara benzer kalıntıların bulunduğundan kuşku duymuyorlar. Gelecekte, Türkiye’nin güney bölgelerinde, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde yapılacak kazılar bu öngörüleri doğrulayabilir. Şurası kesin ki, mimarlık yerleşik yaşamla birlikte ortaya çıkmadı, ondan önce de vardı. Dahası, insanlığın kültürel gelişimi (uygarlık), Akdeniz’in doğu kıyıları gibi tek bir bölgede değil, birçok çekirdek bölgede ortaya çıktı. Bu çekirdek bölgelerden biri de, Güneydoğu Anadolu. Öyleyse, değişen yaşam biçimi toplumsal yapıyı biçimlendirmedi. Tersine, artan bilinç düzeyi insanın var oluş biçimini etkiledi.
İşin tuhaf yönü, çanak-çömlekçiliği henüz tanımayan taş çağı insanlarının gelişmiş kültürel bilinç düzeyi, yerleşik yaşama geçişle birlikte tümüyle yok oluyor. Yapılan kazılar, çanak-çömleksiz neolitiğe ait yerleşimlerin çoğunun, çanak-çömlekli neolitiğe geçişte yok olduklarını gösteriyor. Dev taş heykelleri, değişik hayvan motifli kabartmalarıyla dinsel törenlerin yapıldığı eski dini merkezlerin gösterişi kayboluyor, her şey sıradanlaşıyor. Kısaca, eski tanrıların yerini başka şeyler alıyor. Öyleyse, çanak-çömleksiz neolitik çağ bir gelişme döneminin sonu mu? Belki de tersine, çok sonraları başka bir yerde ortaya çıkacak yeni bir dönemin habercisi oldu bu çağ; bizler henüz aralarındaki bağlantıyı kuramadık.
Hauptmann konuya şöyle bir yorum getiriyor: “Belki de neolitik çağ insanlarının “tanrıları”, 4000 ila 3000 yıl önce Mezopotamya uygarlığı insanlarının taptıkları tanrıların benzerleriydi. Nevali Çori ve Göbekli Tepe’de, daha sonra Sümerlerin kültürlerinde bulacağımız bir şeylerin ön hazırlığı oluşturuldu.” O halde tanrılar tümüyle yeryüzünden silinmiyorlar, yalnızca başkalaşım geçiriyorlar.

 Bosna Piramidi ve İnanılmaz ancak kanıtlanmış özellikleri


BOSNA PİRAMİDİNDE İMKANSIZ DENEBİLECEK DÜZEYDE ENERJİ TESPİT EDİLDİ



Geçmiş uygarlıklar piramitleri enerji üretsinler diyemi inşa ettiler? Yeni elde edilen bulgular cevabın bu yönde olduğuna işaret ediyor.

Uluslararası bir fizisit grubu, araştırmacıların ve bilim insanlarının imkansız olduğunu düşündükleri bir keşfi Bosna Piramidinde yaptılar. Güneş Piramidinde (Ay piramidide vardır. Piramitleri keşfeden kişi bu isimleri vermiştir.) Piramitten yukarıya doğru giden bir enerji ışını keşfedildi. Ölçümler sonucunda enerjinin ışınının çapının 4 buçuk metre, frekansının ise 28KHZ olduğu ortaya çıktı. Işın devamlı bir şekilde orada olmakla beraber aşağıya yani piramide doğru ve yukarıya gökyüzüne doğru haraket etmektedir. Bu son detay ,bildiğimiz fizik kurallarına aykırı ve imkansız olarak nitelenmektedir.

Ekibe göre ,keşif, antik çağın yapı inşa edicilerinin burada, bugün bile hala çalışmakta olan bir enerji hareket makinası yaptıklarına işaret ediyor. Ancak asıl soru, geçmişte ve/veya günümüzde bu enerjinin ne amaçla kullanıldığıdır. Umalımda araştırmacılar yeni bilgiler ve bulgular etsinde, daha ayrıntılı ve önemli sonuçlara ulaşalım.Buraya kadar piramtle ilgili haberi verdik. Şimdi biraz daha ayrıntısıyla tanıyalım bu yapı kompleksini.



Bosna Piramitleri tesadüf eseri 2005 yılında keşfedildi. Bosna başkentinin 30 km. kuzeyindeki Visoko şehri yakınlarında bulunmaktadırlar. Bu piramitler Avrupa kıtasında keşfedilen ilk piramitler olma özelliğini kazanmıştır. Toplam 5 piramit keşfedilmiştir aynı bölgede.(Adları: Güneş,ay,ejderha,Dünya ana ve aşk piramitleridir) Bu alanda bir çok tümülüs ve çok büyük yeraltı labirentleride bulunmaktadır. Keşif tarhi bir keşiftir. Erken Avrupa tarihini değiştirmek için yeterli özellikleri vardır.

1- Bunlar Avrupada keşfedilen ilk piramitlerdir.

2- Bu alanda dünyanın en yüksek piramidi bulunmaktadır. Tam 220 metreden biraz fazladır. Mısır'daki büyük piramit ise 147 metre yüksekliğindedir.

3- Bosna enstütüsüne göre , Güneş piramidi kozmik kuzeyi en doğrulukla veren piramittir. Hatası 0 derece 0 dakika 12 saniyedir.

4- Bosna Güneş Piramidi ekstra konstantre bloklardan yapılmıştır. Bu şu demektir. Son derece sert (133MPs) ve çok düşük su emme özellikli (Binde 1).


5- Piramidin yapısında yapılan Radyokarbon testleri sonunda, aşağı yukarı 12 Bin yıllık olduğu tespit edilmiştir. Piramidin terasları ise 10.350 yıllıktır (50 yıl sapma olabilir). Buda demek oluyorki Bosna Piramitleri gezegenimizdeki bilinen eski piramitlerdir.


6- Piramitlerin bulunduğu vadideki yer altı tünellerinin uzunluğu 16 kilometreyi bulmaktadır. Ayrıca bir çok büyük odalarda mevcuttur.


7- Yeraltı labirentlerinde toplam ağırlığ 9 ton olan seramik eşyalar bulunmuş olup, bu antik uygarlıklara ait şimdiye kadarki en büyük buluntudur.



Bosna Piramitleriyle ilgili buluntular ve veriler bununlada sınırlı değil. Burada dünyanın en yüksek tümülüsüde bulunmuştur. Yüksekliği 61 metredir.


2011 yılında yapılan elektromanyetik ölçümlerin gösterdiğine göre tünellerdeki negatif radyasyon seviyesi Sıfır. Bunun yanında tünellerde teknik radyasyon (enerji hatları yani kablolar ve/veya diğer teknolojiler) ve kozmik radyasyon izine rastlanmadı.Seramik kaplamalar öyle bir yerleştirilmiştiki negatif enerjiyi pozititif enerjiye çevirmektedir. Burada yapılan deneyler göstermektedirki, bu yeraltı labirentleri dünyadaki en güvenli yeraltı yaplarıdır (pozitif enerji konusunda )ve buda insan vücudunun iyileşmesinde ve yenilenmesinde ideal bir ortamdır.

200 yıldan beri Mısır bilimcileri piramitlerin gerçek amacını çözemezken,sadece 6 yılda Bosna piramit kompleksinin, fizik,enerjik ve ruhsal boyutları ortaya çıkarılmıştır.



Bosna piramitleri 2005-2011 yılları arasında 500.000 turist tarafından ziyaret edildi.





Her yıl uluslararası yaz kamplarından 6 kıtadan 500 gönüllü çalışmalara katılmaktadır. Yukarıdaki fotoğraf Ay Piramidinde yapılan çalışmalardan birini göstermektedir.









BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ






BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ

Bu ünlü "Şeytan üçgeni", Bermuda adaları, Florida ve Puerto Rico adası arasında yer almakta. Burada bazı gemilerin ve uçakların hiçbir iz bırakmadan kaybolduğunu siz de duymuşsunuzdur. Peki bu nasıl oluyor?

İşte şimdilerde ortalıkta gezen bilimsel açıklama;

Bermuda Seytan Ucgeni Atlas Okyanusu'ndaki bu bolgede, ozellikle son 60 yilda bircok gemi ve ucak kaybolmus ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamisti. Kimsenin aciklama getiremedigi bu esrarengiz fenomen, icinde bilimadamlarinin da bulundugu pek cok insan tarafindan "dogaustu bir takim guclerin yaptirimi" olarak algilandi ve oyle lanse edildi. Ancak, uzun yillardir devam eden arastirmalar birkac yil once bir sonuc verdi ve bu gizemli olaylarin aslinda basit bir "dogalgaz cilvesi" oldugu aciklandi.

Yer altindan fiskiran dogal gazlar, sadece yuksek kara parcalarindan degil,deniz ve okyanus tabanlarindan da cikarlar. Cunku deniz tabanlari da ustu suyla kaplanmis alcak kara parcalaridir. Ancak, okyanuslar cok derin olduklarindan tabanlarinda buyuk basinclar vardir. Bu yuksek basinc altindaki bolgelerden cikmak isteyen dogal gazlar, oradaki cok dusuk isinin da etkisiyle kati hale donusurler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebesirimsi bir madde haline gelirler. Cok derinlere dalabilen robot kameralarinin bu bolgedeki karbeyaz okyanus tabanini ve bazi gemi enkazlarini resimlemesinden sonra konuya su bilimsel aciklama getirilmistir:
Bu bolge, Gulf Stream denilen sicak su akintisinin da gectigi yerdir.
Tabanin bazen isinmasi yuzunden, bu "tebesir gazlar" erir ve sudan hafif olduklari icin yuzeye dogru yukselirler. O anda, tabandan yuzeye kadar bir bosluk (vakum-girdap) olusur ve okyanus adeta delinir. O sirada oradan gecen yuzer ne varsa, derin bir kuyuya duser gibi hizla okyanusun dibini boylar. Cunku, gazin kaldirma kuvveti gemileri tasiyacak guce sahip degildir. Gaz yukselmesi sona erince bosluk tekrar suyla dolar ve geriye hicbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gomulmus olurlar. Ucaklarin duserek kaybolmasi ise gene ayni sebeptendir.
Yuzeye cikan dogal gazlar , havadan da hafif olduklari icin yukselmeye devam ederler. Bu kez vakum , bolgenin uzerindeki atmosferde olusur. Oradan tesadufen gecen bir ucak hemen irtifa kaybeder ve motorlari durur.
Cunku, motorlardaki benzinin yanmasi icin oksijene ihtiyac vardir ve o boslukta hava olmadigi icin oksijen de olmaz. Boylece ucak da, hizla okyanus tabanini boylar.


















Fizikçilere göre kuzeyden ve güneyden gelen akıntılar bölgede yosunlaşma oluşturduğu için gemiler batıyor, ayrıca oluşan yüz-ikiyüz metre yüksekliğindeki dalgaların üzerinden geçen uçakları vakumla yutuyor. Akıntıların meydana getirdiği girdaplar denizin altında ' mavi delikler' uçak ve gemileri kendisine çekiyor. Sekseninci meridyen dairesi üzerinde yer alan Bermuda gibi ölüm deliklerinin bulunduğu ve manyetik çekim dalgalarının üzerinden geçenleri yuttuğuda Fizikçilerinin iddialarından. Yosunların meydana getirdiği metan gazının akım oluşturarak kapsama alanına giren gemi ve uçakların elektronik aletlerini bozduğunu ve bir metan tüneli oluşturarak yutma olayını gerçekleştirdiğini ileri süren Fizikçilerin metafizike inanmadan bu esrarı çözmesi beklenmemeli...

Bediüzzaman Said Nursi, ayda cin sultanlığı olduğunu belirterek, ervahı habisenin güneşin etrafında dönen peyk ve bazı taş parçalarını üzerinde taht kurduğunu belirtir. Uçan daireler adlandırılan cisimlerin bu şeytan ve cinlere ait nesneler olması büyük ihtimaldir. Nitekim Aya insanoğlunun ayak bastığı şüphelidir. Rus Yuri Gagarin 1966'da uzayda kaybolmuş, 1969'da aya ayak bastığı iddia edilen Neil Armstrong, Apollo 11'de kaldığı için kurtulmuş, asla aya ayak basamamış, beraberindeki 12 kişi ayda kaybolmuştur. Amerikalıların çektiği filmin sahte olduğu konusunda onlarca kitap yazılmış, rüzgarın olmadığı ayda Amerikan bayrağının dalgalandırılması, fonda hiç yıldız bulunmaması komik bulunmuştur. Aydan getirilen toprağın insan eliyle alınmadığı ortadadır. Çünkü aydaki cin sultanlığı aya insan yaklaştırmamakta, ayak basanları yutmaktadır. Bu konuda Discover TV'de geçen ay seyrettiğim belgesel, Amerikan sahtekarlığını ortaya koyuyordu.

Said Nursi, Allah'ın yok ettiği eski medeniyetlere ait mekanlarda şeytan ve cinlerin sultanlık kurduğunu anlatır. Peygamberimizin hadislerinde helak olmuş cemaatlerin yaşadığı yere yaklaşılmamasını istemiş ve gidilecekse Allah'a sığınılmasını şart koşmuştur. Şeytan adına helak edilen yerler bir bakıma bunların eyaletleri, valilikleri ve başkentleri olur. Eski medeniyetlerin yıkıldığı yerde şeytanların hakimiyeti başlar; şeytani üçgenler, beşgenler, altıgenler oluştururlar. Yine peygamberimiz ' şeytanın tahtı deniz üzerindedir' buyurur. Cin ve şeytanların denizlerde bazı mekanlara taht kurdukları dikkate alınırsa Bermuda Şeytan Üçgeni'ne bu tanım ' çuk' oturur. Cin ve şeytanlar, ' mearic' ve ' nar'dan yaratıldıkları için, adeta güneşten gelen dalgalara maruz kalmış gibi bütün elektronik cihazları altüst edebilirler. Şeytanlar kendilerine kötülük yapıldığı, insanlar bir kötülük içine girdikleri zaman o türlü belalara maruz kalabilirler.

Şeytanlar, insanların manevi alemini, metafizik buudlarını yıkarak verdikleri vesvese ile dalalete düşürür. Kalplerde şeytanın vesveselerine cevap veren oklarına hedef olan tereddüt ve şüpheleri değerlendiren bir dayanak noktası vardır. Kim vesveseleri gerçek sanırsa oyuna düşer, şeytan günah işlendikten sonra vesvesenin sonucu işlenen günaha sahip çıkmaz, kendini yok saydırır. Her insanda Bermuda Şeytan Üçgeni oluşma potansiyeli vardır. Kim kalbini karartır, mühürlenmesine işlediği günahlarla yol açar, tövbe etmez ve metafizik hassasiyetini kaybederse gemileri hep batar, girdap onu bataklığa doğru çeker. Şeytan Üçgenleri sadece Bermuda'da değil, işte şeytanların böyle hakim olduğu heryerde olabilir.
Yeryüzünde, evrende Allah'ın koyduğu her kanunun her hadisenin, yani her fizik vakasının arkasında bir metafizik güç ve kuvvet vardır. Allah mülkünün arkasına melekleri yerleştirdiği, görevlendirdiği gibi her görünen fiziki dünyanın arkasında bir gayb, bir bilinmeyen var etmiş, imtihan sırrını aşikar etmemiştir. Bermuda Şeytan Üçgeni'nin sırrı zaten adı üstünde şeytanın görünmeyen metafiziğinde gizli...






















KAYBOLAN UÇAK LİSTESİ

Piper Aztec N1435P,December 21, 1979
Beech 58 Baron N9027Q,February 11, 1980
Piper Turbo Arrow N505HP,July 5, 1982
Beech H35 Bonanza N5999,September 28, 1982
Piper Navajo N777AA,October 20, 1982
Beech Queen Air 65-B80 ,November 5, 1982
Cessna T-210-J N2284R,October 4, 1983
Cessna 340A N85JK,November 20, 1983
Cessna 402B N44NC,March 31, 1984
Cessna 337 N505CX,January 14, 1985
Cessna 210k Centurion N9465M,May 8, 1985
Piper Cherokee Lance N8341L,July 12, 1985
Piper Navajo N3527E,March 26, 1986
Twin Otter charter,August 3, 1986
Cessna 402C N2652B,May 27, 1987
Cessna 401 N7896F,June 7, 1987
Cessna 152 N757EQ,December 21, 1987
Beech Queen Air N884G,February 7, 1988
Cessna 152 N4802B,January 24, 1990
Piper Cherokee N7202F,June 5, 1990
Piper Comanche N8938P,April 24, 1991
Grumman Cougar N24WJ,October 31, 1991
Cessna 152 N93261,September 30, 1993
Piper Cherokee Six N69118,August 28, 1994
Piper Aztec N6844Y,September 19, 1994
Piper Cherokee II N5916V,December 25, 1994
Aero Commander 500-B N50GV,May 2, 1996
Piper Cherokee Archer N25626,August 19, 1998
Aero Commander 500 N6138X,May 12, 1999

KAYBOLAN GEMİ LİSTESİ

Distant Horizons,Disappearances long ago
Marine Sulphur Queen,A 504-foot T-2 Tanker
s.s. Poet,A 520-foot cargo ship
Silvia L. Ossa,A 590-foot ore carrier
Samkey,A 416-foot Liberty Ship
For Whom the Bell Tolls,Freighters posted missing
Ride the Savage Sea
A Fleet of Yachts:
Witchcraft,December 22, 1967
Polymer III,A 43-foot power yacht, 1980
Kalia III,A 38-foot sailing yacht, 1980
Saba Bank,A 54-foot yacht, 1974

AYDAKi GARiPLiKLER

Ay'da bir gariplik var dersek, garibinize gider mi? Ay iste orada gözümüzün önünde duruyor, üstelik birkaç defa gittik ve geldik, garip olan ne olabilir, diyebilirsiniz. iyi de acaba isin ne kadarini biliyoruzi Ay'la ilgili olarak elde edilen bilgilerin bizlere ne kadari açiklandi. Ortada ciddi ve çarpici iddialar var. daha da ötesi bilimcilerin gözlemleri var öyleyse isin asli nediri En inanilmazi ise. Ay'in yapay bir uydu oldugu iddiasidir yani Ay dünya disi bir zeka tarafindan üretilmis ve bilinmeyen bir nedenle dünyanin yörüngesine konmustur. Bunlar dogru olabilir mi? Ama öncelikle bilimin gözlemlerini görelim;
Ünlü Condon Raporu'na göre Apollo 8 astronotlari inanilmasi güç bir rapor vermislerdi; Frank Bormann, James Loveli ve William Anders ilk yörünge uçusundayken (24 Aralik 1968), yüzeyde uçui pistine benzer bir alan gözlerine çarpti, Ay'in öteki yüzüne geçtiklerinde dev boyutlarda bir cisim gördüler ve fotografini çektiklerim söylediler; cisim astronotlarin tanimina göre 10 mil kare büyüklügündeydi. Ama bir daha ki geçiste cisim yoktu. Bir diger olay Apollo 10'da yasandi; astronotlar Eugene Ceman, Thomas Stafford ve John Young Ay'a inmek için hazirlanirken yine uçus pistine benzer dört alan gördüler; Ay modülü Snoopy ile yüzeye inerken isikli bir cismin yanlarindan geçip gittigini rapor ettiler ve sira Apollo 11 'de yani Ay'a yapilan ilk iniste; Armstrong ve Aldrin yüzeye indiklerinde Michael Collins Columbia adli kumanda modülün-de yörüngedeydi ve Collins gördüiü cisimleri "Bogey" adiyla tanimlayarak dünyaya rapor etti. Daha sonraki saatlerde, Aldrin ve Armstrong Ay yüzeyinden örnekler topluyorlardi,
Armstrong birden haykirdi; "Bu da nei Bu ne biçim sey. Bilmemiz gerek..."ve konusma devam etti;
Yer Kontrol: "Nerede? Yer Kontrol Apollo 11'i ariyor." Apollo 11: "Bu bebekler çok büyük... çok iriler... Tanrim, inanamazsiniz... Size bir baska uzay aracini anlatmak istiyorum... Kraterin uzak kenarindalar... Ay'da bizi izliyorlar... Onlar bizden önce buradaydilar..."
Yer Kontrol bu andan sonra astronotlara konusmayi kesmelerini ve objeleri filme almalarini söyledi. Ama bu filmler asla yayinlanmadi ve hatta varliklari reddedildi. Apollo 12 misyonunda ise, astronotlar garip sesler duydular ve isikli bir cismi Yer Kontrol'a bildirdiler. Apollo 15 astronotlari olan James lrwin ve David Scott, Ay üzerindeyken önlerinde uçan garip bircismi bir süre izlediler ama kaybettiler. Apollo 16 astronotu Thomas Mattingiy kumanda modülünden Ay yüzeyi üzerindeki yanip sönen isikli bir cismi rapor etti; NASA uzmanlarindan Dr. Faruk El Baz, cismin bir UFO yani Tanimlamayan Uçan Cisim oldugunu belirtti. O anda Ay'da SSCB veya ABD'ye ait bir baska uzay araci yoktu. Apollo 17 aracinin astronotlari olan, Ron Evans ve Harrison Schmitt'de Ay'da isikli nokla-lar gördüklerini belirttiler.
Ay dünyanin yörüngesine neden kondu ?
Ay'in geçmisi nedir veya orjini nereden geliyor ? Bu sorunun cevabi yoktur ya da bir bulmacadir. Bugün bilim üç ana kuram üzerinde duruyor; Sovyet bilimcileri tarafindan geliitirilen bu üç ana kuram iöyle;
1. Ay bir zamanlar, dünyanin bir parçasiydi ve dünyadan koparak uzaklasti ama bu görüs büyük bir bilim grubu tarafindan reddediliyor.
2. Ay, aynen dünya gibi Günes Sistemi oluiurken, bir gaz bulutuydu ve doial olarak Ay'in uydusu oldu.
3. Ay, farkli bir cisimdir yani dünya disidir; Günes Sistemi içinden bir yerden veya Günei Sistemi'nin disindan gelmii, dünyanin çekim alanina girerek, orada bir uydu olarak kalmistir.
Sovyet bilim adamlari olan Vasin ve Shcherbakov sasirtici bir açiklama yaptilar; "Gerçekten de, bilimciler Evren'in kökenini ciddiyetle uzun süredir arastiriyorlar ama daha henüz kesin bir cevap veya açiklama yoktur ayni sekilde de Ay - Dünya sistemi de açiklanamiyor. Bize göre Ay, dünyanin yapay bir uydusudur ve bilinmeyen bir zeka oluiumu tarafindan yörüngeye konulmus olabilir.'Bu iki bilim adamina göre. dünyanin çekim gücü kübik santimetrede 5.5 gr.'dir Ay'inki ise 3.33 gr'dir, öyleyse Ay'in içi bos olmalidir. Yani yapaydir, yapilmistir ama kimin tarafindani Gizemin çözümü, kraterterin içinde. Ay yolculuklari sonucunda elde edilen bilgiler çok önemli ama gizli tutulmaktadir.Neden diye sordugumuzda uzmanlara göre kesin çözüm henüz yoktur veya erkendir.
Ay'i Dünya'ya Kim "Uydu"rdu ?
Peki Ay nereden gelmis olabilir? Bir NASA dökümaninda "Bu en büyük bulmacadir" deniyor. NASA bilim adamlari, kesin bir çözüm olmadigini açikça söylüyorlar, çalismalar var, bilgiler, olaylar var ama henüz kesin cevap yok.
Günümüzün bilim adamlarinin gerçeiinde, uygun bir kuram henüz bulunamadi. O zaman genelde bakabilecegimiz yaklasimlar vardir; eger Ay evrenin bir yerinden gelmisse bunu bir gün ögrenecegiz. Apollo yolculuklari öncesinde, Nobel ödüllü Dr. Harold Urey ve bir grup bilim adaminin inandiklarina göre; "Ay kozmosun bir parçasidir ve Ay'da yabanci bir uygarligin izleri bulunacaktir. Ay'a ayak basmamiz ve bilgi toplamamiz Mars'a, Venüs'e veya asteroidlere ayak basmamiz kadar önemlidir." Urey iöyle diyordu; "Dünya'yi ve Ay'i toplarsaniz bütün olarak hemen hemen uzaydaki herhangi bir cisim olarak düsünebilirsiniz. Bu kadar yoiun bir materyalden dev bir kitle olusur ama dünyanin yogunlugu bu kadar büyük bir cismin olmasi gereken yogunlukta degildir, yogunlugumuz daha küçük bir cisme aittir, göründügü kadariyla Ay ve Dünya'nin tek bir cisim olmasini kabullenmek bugün için olanaksizdir."
12 Maymun sorusu...
Sorular çok sayida ve önemli görünüyor; Simdi bunlari ve bazi açiklamalari alt alta dizelim;
1. Ay, dünyadan daha yaslidir, öyleyse kökeninin baska bir yer olmasi mümkündür.
2. Niçin bazi bilim adamlari, Ay taslarinin 20 milyar yillik oldugunu iddia ediyorlari Yani dünyadan daha eski...
3. NASA, bir Ay kayasinin 5.3 milyar yillik oldugunu saptadi
ama bu Günes Sistemi öncesine ait bir tarihti.
4, Önemli bilim adamlari ve Ay uzmanlari, Ay'dan getirilen elementlerin dünyadakilerden daha eski olduiunu belirlediler ama neden resmen açiklamadilari
5. 40 Ay tasinin en azindan 7 milyar yillik olduklari belirlendi, bu tarihleme dünyadan ve günesten iki kez daha eskidir.
6. Buna karsin Ay'in yüzey topragi, Ay taslarindan daha eskidir. Farklilik nereden geliyori
7. Bir grup bilim adami Ay'in yildizlararasi bir yerde yapildigi görüsündeler ve dünya tarafindan yakalandigini düsünüyorlar. Ama bu nasil olabiliri
8. Neden bazi bilimciler, Ay'in içinin yogunluiunun yüzeyden farkli oldugu düsüncesindeleri Gerçekten Ay'in içi bos olabilir mii Ve bu biliniyor mu?
9. Niçin Ay'in 8 mil üstünde, yüksek dozda radyoaktivite var, bu elementer olarak dogal midiri
10. NASA tarafindan 100 millik bir alana yayilmis su buhari saptandi ama Ay'da su olmadigi biliniyor. Bu gizem, Ay'in yapay oldugu anlaminda mi?
11. Ay'in çok eskiden sicak oldugu ileri sürülüyor ama bunu dünyadaki benzerleri gibi kanitlayan bir kanit bulunmus degil. Bu çeliski henüz açiklanamadi.
12. Sonuç, Ay'la ilgili neden bu kadar çok cevapsiz soru vari
Bunlara karsi sunlari söyleyebilirmiyiz ?
1. Ay, hem dünyanin dogal uydusu olamayacak kadar büyük, hem de çok uzaktadir.
2. Ay, olmasi gerekenden daha düzgün bir yörüngeye sahiptir.
3. Ay kraterleri çok fazla ve garip bir biçimde yüzeyseldir.
4. Ay'in dünyaya bakmayan yüzü çikintili veya kamburdur ve Günes Sistemi'nde onun gibi gezegenine tek yüzünü gösteren bir baika uydu yoktur.
5. Ay ölçümlemeleri çok fazla demir olduiunu gösteriyor.
6. Ay topragi, Ay kayalarindan çok daha yaslidir.
7. Ay'in bilesimi, dünyadan farklidir.
8. Doga kanunlarina aykiri olarak, agir metaller yüzeydedir.
9. Ay'da önceden eriyik olan metaller yoktur.
10. Ay dev bir gong sesi çikarmaktadir ve yörüngede dönerken titresmektedir.
11. Ay bir moloz yigini gibi gözükmektedir.
12. Ay, periyodik olarak sarsilmaktadir, bu bize düzenli bir sismik aktiviteyi gösteriyor. Sismik dalgalar sanki tek bir kütleymii gibi tüm yüzeyi dolaiabiliyorlar.
13. Dünyadan bakildiginda Ay, bir günes diski gibidir yani tutulmalarda günesi tam olarak kapatir, ne biraz küçük veya büyüktür sanki büyüklügü günesi örtmek için ayarlanmistir.
14. Eger Ay, dünya tarafindan yakalanmissa, bunun sonu gelecek ve Ay yine uzaklasip gidecektir.
15. Normalde Ay'in çizdigi yörünge, dünyanin ekvatoral çemberiyle karsit olmalidir ama Ay garip bir sekilde dünyanin yaptigi gibi, güneie bagimli bir yörünge çizer.
16. Her ne kadar Ay volkanlarin ölü olduklari söyleniyorsa da, yüzyillardir Ay'da garip isiklar, parlamalar görülmekte ve hala izlenmektedir.
Bunlarin sonucunda Ay'in yapay bir transformer dünya oldugu söylenebilir veya iddia edilebilir. Ay'da bir yasam oldugu ile ilgili bir belirti veya iz bulunamamistir ama dünyadaki volkanik küllere benzeyen Ay topragi veya tozu üzerinde yapilan deneylerde bitkisel yasama elverisli oldugu anlasilmistir. Ama ortada böyle bir yasam yoktur; marjinal iddialara göre Ay, UFO'larin üssüdür veya kullandiklari özel bir araçtir ama bu da bir iddiadan öteye gitmemektedir. Yüzeyde zaman zaman garip ve geometrik sekiller görülmüs ama bu görüntüler ya hemen kaybolmus, ya da bir daha görülememistir.
Yine dünya disi bir anlasma mi ?
2001 Uzay Yolu Macerasi "A Space Odyssey" filmini hatirlarsiniz; filmin temel objesi dev bir monoloit yani tas bir bloktu.Arthur C.Clarck'in bu ölümsüz ramaninda ve de filminde monolit ,insanliga yol gösteriyordu.
Ranger Krateri yakininda benzer bir monolit birkaç kez görüldü ama sonra kayboldu; derken baska yerlerde yine görüldü ama onlar da kayboldular. Adi gizli tutulan bir NASA görevlisinde" aldigi fotografi kanit olarak gösteren arastirmaci George Leonard. yine ayni kraterin yanindaki dev tas blogu gösterdi; resim çok netti ve üzerinde Y ve Z harflerine benzer sekiller vardi. Leonard iöyle diyor; "Ay, UFO'lara aittir, bizi Bronz Çagi'ndan beri izliyorlar, politikalarimizi ve savaslarimizi gözlemliyorlar; aslinda dünya üzerinde birçok iz birakmislardi. Ranger 7'nin fotograflari bunlari gösteriyor."
NASA neleri sakliyor ?
En azindan astronotlarin gördüklerini sakliyor hatta onlarin bizzat anlattiklarini dahi inkar ediyor. Peki, NASA bunu neden yapiyori Eger astronotlarin Yer Kontrol ile konustuklari dogruysa, ki elde birçok teyp banti vardir, bunlar neden yeterli görülmüyoriCalifornia Üniversitesi'inden Dr. James Harder, kayitlari NASA kayitlariyla karsilaitirdigini ama NASA'nin her nedense bu kayitlari resmen kabul etmedigini ama üst düzeyde özel olarak dogrulandigini söylüyor. Bir hükümet ajani ise, olaylarin örtüldügünü kabul ederken, korkunun panik kaygisindan kaynaklandigini belirtiyor. UFO'lar bir yana, Ay'la ilgili bilgilerin SSCB ve ABD tarafindan saklanmasi için gösterilen "panik" olgusu yeterli degil. Bu olay belki kapali bir rejim olan SSCB'de yeterli olabilirdi ama demokratik bir ülke olan
ABD'de normal degildir. FBI ve CIA tarafindan VVashington'un bürokratik koridorlarinda olusturulan ketumiyet girdabinin arkasinda kimler vardir ?Ve soru yine gündeme geliyor; neden ???
George Leonard, tüm çalismalarini ve arastirmalarini, hayati ama baska bir soruya yöneltiyor; "Eldeki veriler ve sinirli fotograflar NASA tarafindan kabul ediliyor ama yaptiklari çalismalar çok az veya bireysel. Ay'la ilgili sistematik bir çalismanin yapilmasina engel olan nediri Ya da NASA, neleri ne nadar biliyori Gizemi çözmek isteyenlerin ellerindeki bilgiler, NASA ve eski Sovyet yetkilileri tarafindan kisitlanmis ya da özellikle yetersiz kilinmistir." Tam ve gerçek bir resmi açik-ama toplumu panige sokabilir mii Geçmiste evet ama bugün belki; hatta hayir çünkü günümüzün toplumu böylesine evrensel bir olaya dahi duyarsiz kalacaktir ve bu olasi davranis yetkililer tarafindan artik bilinmektedir. Öyleyse, ya astronotlarin
ve gözlemcilerin anlattiklari dogru degildir, ya da gizliligin arkasinda çok daha geçerli bir neden vardir. Ne mii Leonard burada da iddiali; "Geçerli neden çok daha makrodur yani dünyadisi bir zeka ile bir anlasma veya ortak bir görüs birligi saglanmistir; bunun da toplum tarafindan bilinmesi birilerine göre yetersizdir.
Arizona'daki Amerikan Meteorit Müzesi Müdüni otan Dr. H. H. Nininger, 1952 yilinda yapilan bir gözlemde Ayda 20 mil uzunluiunda bir cam duvarin bulundugunun resmen kanittanlandigini söylüyordu. Nininger'e göre. bu duvarin bulundugu "Verimlilik Vadisindeki Messier ve Pickering kraterleri normal degildirler ve hatta yapay olmalari gerekir. Bu iki kraterin arasinda girisinin gözlemlendigi bir tünel vardir (Science Sgest-Kasim 1952).
Benzeri bir iddia, Britanya Astronomi Birligi'nden DR. H. P.Wilkins tarafindan ileri sürülmüitür, bilim adamina göre, Ay'in dis yüzeyinden içeri giden tüneller ve yollar yani Ay'in içinde bosluklar vardir. Akla hemen bilim kurgunun büyük ismi H. G. wells geliyor; "Ay'da ilk insanlar' adli çocuksu romaninda,
Ayin içinde yaiayan bir uygarligi: Selenitler'i hikaye etmisti. oca Wells, birsey biliyor muydui Galiba kesin sözü burada "vemek mümkün deiil; biraz daha zaman gerekiyor olabilir ama insanligin dikkati artik Mars a yönelmis durumda ve sanki artik Ay yokmus gibi davraniliyor ya da gidildi, görüldü ve daha fazla karistirilmamasi mi istendii
12 Agustos 1971'de Apollo 15'in kumandani astronot David Scott, bir basin toplantisi yapti; "Aya gittik, gözlemcilerin elde attigi bilgileri test ettik ama araçlarimizin kaydettigi bilgiler mekanik veya elektroniktir daha önemlisi düsüncelerimizdeki bilgilerdir. Plutarch'dan gelen bir sözcük var; 'Düsünce, rastgele doldurulan bir kap veya tas degildir, ama düsünce bir atestir ve onu yakmak için ates gerekir." Sonuç olarak, Ay'in yapay bir uydu oldugunu düsünmeyebiliriz ama bunun için düsünsel bir devrime ihtiyacimiz var gibi yani geçmisimizdeki tutuculuk baglarindan kurtulmaliyiz. Yeni bir insan gerçegini aramali ve düsünceyi özgür birakmaliyiz. Bir zamanlar Ay'a ayak bastigimizda, çok heyecanlanmistik ama eger Ay bilinmeyen bir zekanin ürünü olan yapay bir uyduysa, bunu kanitlamak insanligin kendisini ve yasadigi ortami tanimasi yönünden daha heyecan verici olacaktir.

Ay, Aslında Yapay Bir Uydu mu?



"Biz, ona(Ay'a), menziller (haller) takdir ettik, ta ki, kurumuş bir hurma dalına benzer bir yol izleyinceye kadar. Ne Güneş, Ay'a erişip-yetişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Her biri, bir yörüngede yüzmektedir." [1]

"(Allah), gökleri ve Arz'ı, hak olarak yarattı. Geceyi, gündüzün üstüne, gündüzü de, gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneş'e ve Ay'a boyun eğdirdi. Her biri (yörüngesinde), belirli bir süreye kadar hareket eder. Dikkat et! O (Allah), Aziz (üstün-şerefli) ve Ğafur (bağışlayan)'dur." [2]

"Hayır; Ay'a and olsun, Döndüğü zaman geceye, Aydınlandığı zaman sabaha, Muhakkak o, büyük (ayetlerden) biridir. Beşer için, bir uyarıdır." [3]

"Şimdi sen dahi, ey Katre içine giren hakîm feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünüyle, felsefenin merdiveniyle tâ kamere kadar terakkî ettin, kamere girdin. Bak, kamer kendi zâtında kesâfetli, zulümâtlıdır; ne ziyâsı var, ne hayatı. Senin sa'yin beyhûde, ilmin faydasız gitti. Sen ye'sin zulümâtından ve kimsesizliğin vahşetinden ve ervâh-ı habîsenin iz'âcâtından ve o vahşetin dehşetinden şu şartlar ile kurtulabilirsin ki, tabiat gecesini terk edip, hakikat güneşine teveccüh etsen; ve yakînen inansan ki, şu gece nurları gündüz güneşinin ışıklarının gölgeleridir. Bu şartı yaptıktan sonra, sen, kemâlini bulursun. Fakir ve karanlıklı kamer yerine haşmetli güneşi bulursun. Fakat, sen dahi öteki arkadaşın gibi, güneşi sâfî göremezsin. Belki, senin aklın ve felsefen ünsiyet ve ülfet ettikleri perdeler arkasında ve ilim ve hikmetin nesc ettiği hicabların halfinde ve kabiliyetin verdiği bir renk içinde görebilirsin..." [4]
Ay; Doğal mı, Yapay mı?

Şu sıralar bazı bilim çevreleri, Ay'ın yapay olduğunu tartışıyor.Onlara göre yaşam olduğu bilinen tek gezegen olan sevimli dünyamızın uydusu, zeki varlıklar tarafından dünyanın çekim alanına oturtuldu. Saçma gibi geliyor... Bir çok defa gidip geldiğimiz Ay, başka varlıkların ürünü olabilir mi ki?

Gelin biz en iyisi neden böyle diyorlar, biraz kulak verelim.

Sizin de bildiğiniz gibi Ay'ın nasıl uydumuz olduğu hakkında birkaç kuram var. Bunlardan ilki; Ay, Dünya'mızın bir parçasıydı ve dünyaya çarpan bir meteordan dolayı gezegenden kopan parça, dünyanın çekim alanında kalıp gezegenimizin uydusu oldu.

İkincisi, Güneş sisteminde bulunan Ay, Dünya tarafından çekildi ve uydumuz oldu. Fakat Dünya ile Ay'ın toprak elementlerinin uyuşmaması ve aydaki taşların yaşlarının Dünya'nın ve Güneş'in yaşlarından daha fazla olması, bu iki kuram hakkında şüpheler yaratmaktadır. Biraz daha konunun üzerine düştüğümüzde ise Ay'ın aslında göründüğü kadar masum olmadığını düşünmeye başlıyoruz.

Hepimiz Ay'ın sadece ön yüzünü görebiliyoruz çünkü Ay, kendi etrafında dönüşünü 24 saatte tamamlıyor; yani Dünya'mızla aynı olduğu için; biz, uydumuzun sadece ön yüzünü görebiliyoruz. Aynı zamanda Ay'ın yörüngesi, kusursuz bir daireyi andırmakta; yani Ay'ın yörüngesi olması gerektiğinden çok daha düzgün. Ayrıca Ay - Güneş tutulmalarında Güneş'i ilginç bir şekilde tam olarak örtmektedir. İnsanı; Ay'ın büyüklüğünün Güneş'i tam örtecek şekilde ayarlandığı hakkında düşündürmekte.

Ay'da bazen garip, tanımlanamayan ışıkların görülmesi, herkesi şaşırtmaktadır. (Ay'da volkanizma yahut herhangi bir doğal faaliyet olmadığından dolayı olay, çok garip karşılanmaktadır).

Ay'ın çizdiği yörünge, Dünyanın ekvatoral çemberi ile zıt olması gerekmektedir. Fakat Ay'da gezegenimiz gibi Güneş'e bağımlı şekilde bir yörünge izler.
Doğada ağır metaller yeryüzünde bulunmamaktadır; ancak Ayda bu söz konusu değildir.

Ay'a yapılan Apollo uçuşlarında, arka planda kalan gezegenimiz hakkında bazı noktalar bulunmaktadır. Mürettebat ve Dünya ile yapılan konuşmalarda Apollo, Ay'ın arka yüzeyindeyken tanımlayamadıkları gölge ve ışıkları Dünya'ya iletmiştir. Konuşmalarında da ne kadar heyecanlı ve şaşkın oldukları duyulmaktadır. Dünyadan da bunun gibi daha bir çok gözlem yapılmıştır.

Yani Ay'da bazı anlam verilmez olaylara rastlanmakta. Kimi çevreler, Ay'da Galaktik bir federasyon tarafından gizli üs olduğunu ve bizlerin incelendiğini ve negatif güçlerden korunduğunu iddia etmektedir. Kimileri ise bunlara deli saçması demekte.

Elbette aslını kimse bilmemekte; ama değişmez yasaların bize,evrene yön verdiğini ve evrende bir dengenin olduğunu ve bu dengenin korunması gerektiğini hepimiz biliyoruz.[5]
Ay Nereden Çıktı Geldi? Ay'ın Kökeni Nedir?

Ay, Dünya ile aynı zamanda mı oluştu, yoksa Dünya'dan ayrılarak mı oluştu? Belki her ikisi de değil…

Ay, belki de başka bir yerden, hatta Güneş Sistemi'nin dışından çıkıp geldi ve Dünya'nın çekimine kapıldı ve bir daha bu çekimden çıkamadı.

Ay'ın Dünyadan kopma bir parça olduğunu öneren teori, Evrim Teorisinin kurucusu Charles Darvin'in oğlu George Darvin tarafından geliştirilmişse de, günümüz Ay bilimcilerinin çoğu tarafından kabul edilmemektedir.

Dünya ve Ay'ın aynı kozmik gaz-toz bulutundan oluştuğu görüşü, daha çok bilimsel bir desteğe sahiptir.

Bu ikisinin dışındaki bir görüş ise, Ay'ın Güneş Sistemi'nin dışından geldiğiyle ilgilidir. Ay bu şekilde her nasılsa Dünya'nın gravitasyon etkisine kapılmıştır.

Peki ama Ay, Dünya ile senkronize halde bulunan bugünkü hemen hemen daire biçimindeki yörüngesine hangi açı ve hızla gelerek yerleşebilmiştir? Bu şekilde bir gravitasyonel yakalanma, sonuçta eliptik bir yörünge doğurması gerekirdi. Birçok bilim adamına göre, bu işin rastgele ve kendi kendine olması çok çok zayıf hatta imkansız bir ihtimaldir.

Bugünkü daireye çok yakın yörüngede bulunabilmesi ve Dünya'nın dönüşüyle senkronize halde olması için; AY'IN HESAPLANARAK BU YÖRÜNGEYE OTURTULMUŞ OLMASI GEREKİYOR.
Fakat Nasıl ve Kimler Tarafından?

O zaman Sovyet Astrofizikçiler Mikhail Vasinse ve Alexandre Shcherbakov'un Dev Uzay Gemisi teorisi geçerlilik kazanıyor demektir.

Ay'da o zaman Müslüman olan Uzaylıların olması ve bunların çok üst düzeyde bilgi ve zekaya sahip olmaları akla mantıklı gelmiyor mu? Ay'da duyulan Ezan sesi ve Kubbe biçimindeki yapı da bizim teorimizi desteklemektedir. Ay'da yaşayan birileri olmasaydı, Amerikalılar şimdiye kadar yaptığı uzay mekikleri ile malzeme taşıyıp y üssü kuramazlar mı idi? Elbette kurarlardı. Zaten oradaki canlılarla iletişim kurmak istiyorlar. Bunun için Rosetta Taşı ve İncil, kimler için bırakıldı..

Ay'da elde edilen ve Arapça'ya daha yakın olan o cümlelerdeki sır nedir. Evet; tüm bunların cevaplarını NASA biliyor ama açıklamıyor.

Çünkü Ay temel olarak birçok sırrı bünyesinde taşıyor. Eğer orada bir üs varsa, eğer o bir uzay gemisi ise bu da; Dünya'yı kontrol ediyor demektir.

Esrarengiz bir Hilkat Garibesi olarak nitelendirilen Ay'daki Kraterler ilgili olarak görüş bildiren Arizona Üniversitesi Öğretim üyelerinden Robert Strom: “Anlaşılmaktadır ki, Ay kraterlerinin yüzde 10'u meteor ve asteroit çarpmasıyla, yüzde 10'u volkanik etkinlikle olmuştur. Kalan yüzde 80'inin de nasıl oluştukları şimdilik bilinmemektedir.

Bilim adamlarını daha çok kraterlerin oluşma şekli değil de, onların sığ oluşları ilgilendiriyor. Çünkü en küçüğünde, en büyüğün de de derinlik birkaç milden fazla değildir.

Ay üzerindeki koyu renkli bölgelerin oluşumunu, volkanik etkinlik sonucu yüzeye çıkıp, donan lav örtüsüyle açıklamaya çalışan bilim adamlarına karşı: Vasinse ve Shcherbakov, bu erimiş lavın, Ay'ın içinden çıkmış olacağını fakat bunun volkanik bir nedenle olmadığını belirtmektedirler. Bu lav görünüşlü eriyik, Ay'ın içinde üretilmekte ve bir meteor çarpmasından sonra oluşan çukurluğa aktarılmakta ve bu şekilde hasarın büyümesi önlenmektedir.

Gravitasyon etkisini ise Sovyetler şöyle açıklıyor: Dış kabuğu tamir amacıyla çukurlara dondurulan yapay lav birikintisidir. Ay'ın öteki kısımlarına oranla ek bir madde birikimi görünümünde olan bu bölgelerde gravitasyonun kuvvetli olması bu nedenden olayı son derece normaldir.

Dünya'nın görünen yüzüyle, arka yüzü arasındaki yüzeysel farkı yeni teorinin ışığında şöyle açıklanıyor: Ay yapay bir uydu olarak üretildiği yerden Dünya yörüngesine getirilene kadar, değişik asteroit ve meteor yağmurlarına uğramıştır, ve bu kozmik etkilere sürekli hep hareket halindeki ön kısım yani Dünya'ya bakan yüzey maruz kalmıştır. Onun için de Ay'ın arka yüzünde daha az krater ve ölü denizler vardır. Dolayısıyla da arka yüzü daha doğal bir manzaraya sahiptir.

Bu teoriyle birlikte Ay'ın Dünya'ya oranla çok daha az yoğun olmasının nedeni de ortaya çıkmaktadır. En tutucu bilim adamları bile Ay'ın bu özelliğinden dolayı, hiç değilse Ay'ın içinde bazı bölgelerinin boş olması gerektiğini kabul etmek zorunda kaldılar. Kısacası Ay'ın içinin boş olduğu da ortaya çıkmış bulunmaktadır…[6]
Ay'daki Uzaylı Üsleri

Her geçen gün daha çok insan Ay'da bir uzaylı üssü olduğunu söylemektedir. Anlatılanlara göre bu ay üssü, Ay'ın Dünya'dan görülmeyen karanlık tarafında bulunmaktadır.

Ay araştırmalarının neden durdurulduğunu ve Ay'da neden bir üs kurmaya çalışmadığımızı hiç merak ettiniz mi? Sizce bu uzayda yüzer bir istasyon kurmaktan daha iyi bir fikir değil mi? Neil Armstrong'a göre, Ay'da uzaylılara ait bir üs bulunmaktadır, bu yüzden uzaylılar Ay'dan uzak durmamızı istemişlerdir. Eski Donanma İstihbarat görevlisi Milton Cooper da, Ay üzerinde bulunan ve istihbaratçıların “Uzaylı Üssü Luna” olarak adlandırıldıkları bir üsten söz etmektedir. Cooper'a göre, Ay'ın uzak kesimlerinde bulunan bu uzaylı üssü Ay'a inen Apollo astronotları tarafından da görülmüş ve filme alınmıştır. Ana gemi adı verilen devasa uzay gemilerinin bulunduğu bu üste, çok büyük makinalar kullanılarak maden çalışmaları yapılmaktadır.

1960'larda Pentagon'un Araştırma ve Geliştirme Departmanı'nda görev yapan Yarbay Philiph Corso, ABD Ordusu'nun ve Hava Kuvvetleri'nin elinde astronotlar tarafından çekilen ve Ay'da uzaylıların varlığını açık bir biçimde kanıtlayan en az 122 fotoğrafın bulunduğunu iddia etmektedir.
ABC' de Ay'la İlgili Haberler

Amerikan ABC haber kanalının web sayfasında yayımlanan, 13 Haziran 2000 tarihli makale Ay'la ilgili gerçeklere biraz olsun ışık tutmaktadır. Makalede şöyle denilmektedir:

“Yeni elde edilen kanıtlar, Ay'ın bazı astronomların düşündüğü gibi tamamen ölü bir gezegen olmadığını ortaya çıkarmaktadır. Ay yüzeyinde zaman zaman yoğun bir hareketlilik gözlemlenmektedir. Uzun aralıklarla da olsa Ay yüzeyinde değişiklikler olduğu rapor edilmektedir. Bu iddialar tartışmaya açıktır. Pek çok bilim adamı ise Ay üzerindeki parlaklıklar ve sis gibi zaman zaman rapor edilen gözlemleri ciddiye almamaktadır. "



Aydınlık Yer: 136 kilometre uzunluğundaki büyük krater Langrenus. Fransız bir astronom Ay yüzeyinin zaman zaman bir şeyler tarafından aşındırıldığı yolunda sağlam kanıtlar bulmuştur. Bu gözlem 1992 yılında, Paris Gözlemevi'nde görev yapan deneyimli Ay gözlemcisi Audouin Dollfus tarafından bir metrelik Meudon teleskopuyla yapılmıştır. Dollfus araştırma sonuçlarını incelemeyi yeni bitirmiş ve yayımlanmak üzere sunmuştur.

Solan Işık: Dollfus, 30 Aralıkta büyük Langrenus kraterinin tabanında birtakım parlaklıklar görmüştür. Bunlar o gün ortaya çıkmışlardır. Profesör Dollfus, bu ışıkları bir kaç gün izlemiş ve kraterin içinde dans eden ışık kümeleri görmüştür. Dollfus, teleskoptan her baktığında bu ışıkların şeklinin değiştiğini fark etmiştir. Ona göre bu ışıklar, bir gazın Ay yüzeyinden toz kaldırması ve bunun güneş ışığıyla birleşmesi sonucu oluşan bir görünümdür. Bazı Ay gözlemcileri, değişime uğramadığı sanılan Langrenus krateri üzerinde bu tür bir sis görülmesini şaşkınlıkla karşılamışlardır.

Profesör Dollfus, detaylı olarak incelendiğinde Langnerus'un tabanında bir çok çatlak izine rastlanacağını söylemektedir. Ona göre söz konusu gaz bu deliklerden çıkmış olabilir.” [7]


Peki Ay, Dünyanın Yörüngesine Neden Kondu?

Ay'ın geçmişi nedir veya orjini nereden geliyor? Bu sorunun cevabı yoktur ya da bir bulmacadır. Bugün bilim, üç ana kuram üzerinde duruyor. Sovyet bilimcileri tarafından geliştirilen bu üç ana kuram şöyle:

1. Ay, bir zamanlar, dünyanın bir parçasıydı ve dünyadan koparak uzaklaştı. Ama bu görüş, büyük bir bilim grubu tarafından reddediliyor.

2. Ay, aynen dünya gibi, Güneş Sistemi oluşurken, bir gaz bulutuydu ve doğal olarak Ay'ın uydusu oldu.

3. Ay, farklı bir cisimdir. Yani dünya dışıdır. Güneş Sistemi'nin içinde bir yerden veya Güneş Sistemi'nin dışından gelmiş, dünyanın çekim alanına girerek, orada bir uydu olarak kalmıştır.

Sovyet bilim adamları olan Vasin ve Shcherbakov, şaşırtıcı bir açıklama yaptılar; "Gerçekten de bilimciler, Evren'in kökenini ciddiyetle uzun süredir araştırıyorlar ama daha henüz kesin bir cevap veya açıklama yoktur. Aynı şekilde, Ay - Dünya sistemi de açıklanamıyor. Bize göre Ay, dünyanın yapay bir uydusudur ve bilinmeyen bir zeka oluşumu tarafından yörüngeye konulmuş olabilir." Bu iki bilim adamına göre Dünya'nın çekim gücü, kübik santimetrede 5.5 gr.'dir Ay'ınki ise 3.33 gr'dir. Öyleyse Ay'ın içi boş olmalıdır. Yani yapaydır. Yapılmıştır ama kimin tarafından? Gizemin çözümü, kraterlerin içinde. Ay yolculukları sonucunda elde edilen bilgiler, çok önemli ama gizli tutulmaktadır. "Neden?" diye sorduğumuzda, uzmanlara göre kesin çözüm henüz yoktur veya erkendir.
12 Maymun Sorusu...

Sorular çok sayıda ve önemli görünüyor. Şimdi bunları ve bazı açıklamaları alt alta dizelim;

1. Ay, Dünya'dan daha yaşlıdır, öyleyse kökeninin başka bir yer olması mümkündür.
2. Niçin bazı bilim adamları, Ay taşlarının 20 milyar yıllık olduğunu iddia ediyorlar? Yani, Dünya'dan daha eski...
3. NASA, bir Ay kayasının 5.3 milyar yıllık olduğunu saptadı. Ama bu, Güneş Sistemi öncesine ait bir tarihti.
4, Önemli bilim adamları ve Ay uzmanları, Ay'dan getirilen elementlerin Dünya'dakilerden daha eski olduğunu belirlediler; ama neden resmen açıklamadılar?

5. 40 Ay taşının en azından 7 milyar yıllık oldukları belirlendi. Bu tarihleme, Dünya'dan ve Güneş'ten iki kez daha eskidir.
6. Buna karşın Ay'ın yüzey toprağı, Ay taşlarından daha eskidir. Farklılık nereden geliyor?
7. Bir grup bilim adamı, Ay'ın yıldızlararası bir yerde yapıldığı görüşündeler ve Dünya tarafından yakalandığını düşünüyorlar. Peki bu nasıl olabilir?
8. Neden bazı bilimciler, Ay'ın içinin yoğunluğunun yüzeyden farklı olduğu düşüncesindeler? Gerçekten Ay'ın içi boş olabilir mi? Ve bu biliniyor mu?
9. Niçin Ay'ın 8 mil üstünde, yüksek dozda radyoaktivite var? Bu, elementer olarak doğal mıdır?
10. NASA tarafından 100 millik bir alana yayılmış su buharı saptandı; ama Ay'da su olmadığı biliniyor. Bu gizem, Ay'ın yapay olduğu anlamında mı?
11. Ay'ın çok eskiden sıcak olduğu ileri sürülüyor; ama bunu dünyadaki benzerleri gibi kanıtlayan bir kanıt bulunmuş değil. Bu çelişki, henüz açıklanamadı.
12. Sonuç, Ay'la ilgili neden bu kadar çok cevapsız soru var?

Peki bütün bunlara karşı, şunları söyleyebilir miyiz?

1. Ay, hem Dünya'nın doğal uydusu olamayacak kadar büyük, hem de çok uzaktadır.
2. Ay, olması gerekenden daha düzgün bir yörüngeye sahiptir.
3. Ay kraterleri, çok fazla ve garip bir biçimde yüzeyseldir.
4. Ay'ın dünyaya bakmayan yüzü çıkıntılı veya kamburdur ve Güneş Sistemi'nde onun gibi gezegenine tek yüzünü gösteren bir başka uydu yoktur.
5. Ay ölçümlemeleri, çok fazla demir olduğunu gösteriyor.
6. Ay toprağı, Ay kayalarından çok daha yaşlıdır.
7. Ay'ın bileşimi, dünyadan farklıdır.
8. Doğa kanunlarına aykırı olarak, ağır metaller yüzeydedir.
9. Ay'da önceden eriyik olan metaller yoktur.
10. Ay, dev bir gong sesi çıkarmaktadır ve yörüngede dönerken titreşmektedir.
11. Ay, bir moloz yığını gibi gözükmektedir.
12. Ay, periyodik olarak sarsılmaktadır. Bu, bize düzenli bir sismik aktiviteyi gösteriyor. Sismik dalgalar, sanki tek bir kütleymiş gibi tüm yüzeyi dolaşabiliyorlar.
13. Dünyadan bakıldığında Ay, bir Güneş diski gibidir. Yani tutulmalarda, Güneş'i tam olarak kapatır, ne biraz küçük veya büyüktür. Sanki büyüklüğü, güneşi örtmek için ayarlanmıştır.
14. Eğer Ay, Dünya tarafından yakalanmışsa, bunun sonu gelecek ve Ay, yine uzaklaşıp gidecektir.
15. Normalde Ay'ın çizdiği yörünge, Dünya'nın ekvatoral çemberiyle karşıt olmalıdır; ama Ay, garip bir şekilde, Dünya'nın yaptığı gibi, Güneş'e bağımlı bir yörünge çizer.
16. Her ne kadar Ay volkanlarının ölü oldukları söyleniyorsa da, yüzyıllardır Ay'da garip ışıklar, parlamalar görülmekte ve hala izlenmektedir.

Bunların sonucunda, Ay'ın yapay bir transformer dünya olduğu söylenebilir veya iddia edilebilir. Ay'da bir yaşam olduğu ile ilgili bir belirti veya iz bulunamamıştır; ama Dünya'daki volkanik küllere benzeyen Ay toprağı veya tozu üzerinde yapılan deneylerde, bitkisel yaşama elverişli olduğu anlaşılmıştır. Ama ortada böyle bir yaşam yoktur. Marjinal iddialara göre Ay, UFO'ların üssüdür veya kullandıkları özel bir araçtır; ama bu da bir iddiadan öteye gitmemektedir. Yüzeyde zaman zaman garip ve geometrik şekiller görülmüş; ama bu görüntüler ya hemen kaybolmuş, ya da bir daha görülememiştir.[8]