instagram twitter linkedin github youtube

20.5.17

Hüma kuşu

İnanışlar

Başına konduğu kimseye mutluluk getirdiğine inanılması sebebi ile talih kuşu veya devlet kuşu olarak da isimlendirilir. Bunun kaynağı eskiden bir hükümdar ölünce halkın bir meydanda toplandığı ve Hüma'nın başına konduğu ya da gölgesinin üzerine düştüğü kişinin hükümdar olduğuna dair halk inancıdır. Bilinenlerin aksine Oğuz Han Destanında da geçtiği gibi , Çepni'lerin kuşu Huma kuşu değil , Kuma Kuşudur. Kuma Kuşu halk arasında söylendiği şekli ile ağ kerkenez , ak sunkur Çepni kuşudur. Yırtıcı bir kuş olup, Kaşgarinin eserlerinde büyük yırtıcı kuş olarak yazılıdır. Tiginlerin singesidir. savaşçılığı sembolize eder. Humay ise , Çepni kelimesinde ki savaşçılık anlamını zaten taşıyan özellikler göstermez. Hüma kuşu devlet şekillenmesini sembolize eder , bazı yorumlarda, Hüma'nın Feniks gibi birkaç yüzyılda küllerinden yeniden doğmak için kendini yakarak tükettiği de ifade edilir.

Devlet Kuş

Osmanlı tarihinde bilinen "Hümayun" teriminin, "Umay (Humay) adıyla İlgili olduğu düşünülür. Hakimiyetin göklerden geldiğine, Tanrı vergisi oluğuna dair eski mitolojik inancın izleri, halk arasında "Hüma" yani devlet kuşuyla ilgili dolaşan söylentilerde korunmuştur. Çok yaygın olan bir inanışa göre de "Devlet Kuşu" veya "Şahlık Kuşu" denilen "Hüma" kuşunun gölgesinin bir insanın başı üzerine düşmesi, o insanın dünyada çok bahtiyar biri olacağının, taç giyeceğinin ve hakimiyete ulaşacağının işareti sayılırdı. Bu inanç Azerbaycan hikâye ve efsanelerinde, "Devlet Kuşu"nun uçurulması ve omzuna oturduğu insanın padişah seçileceği şeklinde yaşamaktadır. Onun bahtiyarlık ve mutluluk sembolüne dönüşmesi ise benzer bir olaydır.

Abra ve Yutpa

Abra ve Yutpa - Türk ve Altay mitolojisinde adları geçen yeraltı yılanları. Abura/Apra ve "Yutma/Utma" olarak da tanınırlar.

Özellikleri

Yeraltındaki Büyük Deniz (Tengiz)’de yaşayan ve ejdere benzeyen devasa iki yılandır. Timsaha benzer görünümlmeri vardır.Bu canavarların ikisinin adı birlikte anılır. Çatal kuyruklu ve dört ayaklıdırlar. Gözleri parlak bakır renklidir. Ayakları kızıldır. İnanılmaz büyüklüktedir, görenlerin yüreğine korku basar. Yeşil baldırlı, ak göğüslü, kayık gibi yassı çenelidirler. Erlik’in sarayını korurlar, onun hizmetkarı olarak bilinirler. Çok güçlü çeneleri vardır. Bazı metinlere göreyse Toybadım Irmağı'nın kıyılarında yaşayan korkunç canavarlardır. Bir yağna’yı (fili) tek lokmada yutabilirler. Ker Abra, Ker Yutpa, Ker Arat ve Ker Doydu olarak dört yer altı canlısından bazen birlikte bahsedilir. Bazen de bu dördünün aynı varlık olduğu düşünülür.
Altay şamanlığında yeşil bir kumaştan yapılmış ve örgülerle süslenmiş Abra'nın tasviri, şamanın giysisine asılır. Abra'nın başı puhu tüyleri (ülberk) ile süslenir. Gözü, parlak bakır düğmelerden, ayakları da genellikle kırmızı kumaşlardan seçilmiş yamalardan yapılır. Bunlara, örülmüş dokuz püskül eklenir. Şaman giysisinde, cübbenin bir yanında yer alan, yeraltı canavarı olarak algılanan yılanı temsil edecek biçimde çatal kuyruklu ve dört ayaklı olarak tasarımlanan, kötü ruhlardan koruduğuna inanılan, siyah kumaştan şeritler Yutpayı temsil eder.

KANATLI AT “TULPAR”

Türk Mitolojisinde evren üç dünyadan oluşur: Üst Dünya (Gök), Orta Dünya (Yer) ve Alt Dünya (Yer Altı). Bu üç dünyanın varlıkları birbirinden farklıdır. Yer altında (Alt Dünya) sürüngenler, yani karanlık ve kötülük; yeryüzünde (Orta Dünya) dört ve iki ayaklı hayvanlar, insanlar ve bitkiler; gökyüzü ve ötesinde (Üst Dünya) ise kanatlılar ve kutsal varlıklar bulunur. Bu nedenledir ki genellikle efsanelerde üst dünyadakiler orta dünyaya kuş kılığında, alt dünyadakiler ise yılan kılığında gelirler.

Bazen farklı dünyalara ait varlıkların kombine edildiği, farklı dünyalara ait fiziksel özelliklerin bir bedende birleştiği görülmektedir. Türk Mitolojisinde önemli bir yeri olan kanatlı at “Tulpar” da bunlardan biridir. “Tulpar”ın Yunan Mitolojisindeki karşılığı “Pegasus”tur.

Kanatlarının olması, gökyüzünden gelmesi, insanlara yardım ederek onları kurtarması gibi özelliklerinden dolayı üst dünyaya ait olduğu ileri sürülür. Bununla birlikte aslında üç dünyada da rastlanan bir varlıktır at. Üst dünyada kanatlı Tulpar, orta dünyada bildiğimiz bozkır atı, alt dünyada ise yarı yılan vücutlu olarak karşımıza çıkar.

Atlar, antik dönemlerden beri özellikle göçebe toplumlarda insanların en sadık ve en güvenilir dostu olmuştur. Kutsal varlıklar olarak görülmüş ve onlara efsanelerde, masallarda hep olağanüstü özellikler verilmiştir. Tulpar da üstün özelliklere sahip efsanevi bir varlık olarak Türk Mitolojisinde yerini almıştır.

Tulpar’ın kanatları görünmez. Kanatları biri tarafından görülecek olursa Tulpar’ın ortadan kaybolacağına inanılır. Sihirli güçleri sayesinde şekil değiştirip başka hayvanların görüntüsüne bürünebilir.

Manas Destanı’nda söylendiği gibi rüzgardan bile hızlı koşarlar.

Tulpar sadece batırların (kahramanların) atıdır ve zaten Kuday (tanrı) tarafından batırlara yardım etmesi için yaratılmıştır.
Türklerin inancı “Tengricilik”te atın çok önemli bir yeri vardır. Destanlarda batır doğduğunda atı da onunla aynı zamanda doğar. Bazen gökyüzünden (üst dünyadan) gelir. Bazen de sürü içerisinde bakımsız, cılız, hastalıklı ve göze batmayan bir atken, batır büyüyüp güçlenince o da bir anda kendine has özelliklerini kazanır ve güçlü bir at olarak ortaya çıkar.

Bir batır hayatını kaybettiğinde atı da onunla birlikte gömülürdü. Yapılan kazılarda ortaya çıkarılan birçok kurganda insan kemiklerinin yanında at kemiklerinin de bulunmasının nedeni böylece anlaşılmaktadır. Bu durum atın öteki dünyaya batırla birlikte gittiği inancının kanıtıdır. Batırın atı batır ile birlikte doğar ve batır ile birlikte ölür.

Batır Tulpar’a ihtiyaç duyduğunda daha önce almış olduğu atın kuyruğundan veya yelesinden bir parça kılı yakar ve Tulpar bir anda yanında beliriverir. Tulpar’ın bir anda ortaya çıkması ve bir anda kaybolması, onun farklı dünyalar arasında seyahat edebildiğinin kanıtı olarak görülür. Bunu insanlar yapamaz ama Tulpar yapabilir. Bu efsanevi özellik kutsal “Samruk” kuşunda da görülür. Samruk da batırın ihtiyaç duyduğunda yakarak kendisini çağırması için tüyünden bir parça verir.

Türk coğrafyasında birçok bölgede kaya resimlerinde Tulpar çizimlerine rastlanmaktadır.
Kazakistan’da Almatı şehrinin yaklaşık 50 km doğusundaki Esik (Issık) bölgesinde bulunan “Esik Kurganı”nda MÖ 5. yüzyıla ait bir Saka (İskit) batırı olduğu düşünülen “Altın Elbiseli Adam”ın başlığında Tulpar motifi vardır. Kazak kültüründe önemli bir yere sahip olan Tulpar’a günümüzde de Kazakistan Devlet Armasında rastlıyoruz. Armada iki yöne bakan iki altın kanatlı at vardır.
Atlar üç dünyada da insanların dostu ve yardımcısıdır, öyle olmaya da devam edecektir. Ulusunun hizmetinde mücadele eden batır asla “Tulpar”sız kalmaz. Her ihtiyaç duyduğu anda “Tulpar” yanı başında mutlaka belirecek ve ona yoldaş olacaktır.

Bükrek Ve Sangal

Bükrek ve Sangal - Türk ve Altay mitolojisinde bibirleriyle savaşan iki ejderha.
sembolünü anımsatır. ==Bükrek== Bükre veya Bukra (Bukrak) olarak da bilinir. İyi niteliklere sahiptir. İnsanlara zarar vermez, hatta yardımcı olur. Kertenkele görünümlüdür. Kanatları yoktur, bu nedenle uçamaz. Tüm denizleri birbirine bağlayan büyük denizde (okyanusta) yaşar. Uzun bir boynu ve çok güçlü pençeleri vardır. Sesinin de çok güzel olduğu ve dünyanın öbür ucundan bile duyulduğu söylenir. Onun sesini duyan kötücül ejderhalar kaçacak yer ararlar. Sangal adlı kötü bir ejderha ile dokuz yıl süren bir savaş yapmış ve kazanmıştır. Rivayetlere göre her bin yılda yeryüzüne inerek durumu kontrol eder. ==Sangal== Sürekli birbirleriyle savaşa iki ejderhadan kötü güçleri temsil edenine verilen addır. Bükrek ile yaptığı dokuz yıl süren bir savaşın sonunda yenilmiştir. ==Etimoloji== (Bük/Büğ/Buk) kökünden türemiştir. Bükülen, kıvranan demektir. Ayrıca güçlülük ve yenilmezlik anlamlarını da bünyesinde barındırır. Bu bağlamda Böke (kahraman, şampiyon) kavramıyla da ilgisi vardır. Böğe/Böge (şaman) sözcüğüyle de bağı vardır

Gulyabani

Gulyabani (Far. غول يابان) veya Gul-i beyabani (Far. غول بيابان) orijinal söyleyişiyle de karşımıza çıkan bu muhayyel mahlûk, gezginlere ve yolculara uğrayıp onları mahveden canavardır. Daha sonraları Anadolu kültüründe ahubabayla beraber anılmaya başlamış ve insan yediği düşünülen kocaman, uzun sakallı ve asalı bir dev olarak tasavvur olunmuştur.
Bazı Türk halklarının geleneksel demonolojik görüşlerine göre, her zaman kadın kılığında olduğuna inanılan mitolojik bir varlık. "Guleybanı" ve "Aleybanı" şeklinde de rastlanır. Adı hurafelerle ilgili olarak "Gulyabani", korkunç bir varlık olup, karanlık zamanlarda çölde ve mezarlıklarda koşan birinin gözüne canlı gibi görünür. Vücudu tüyle kaplı, kocaman, pis kokulu bu acayip varlığın ayakları tersinedir. Gündüzleri mezara girer. Geceleri ise hortlayıp çıkar. At binmeyi ve at kuyruğu örmeyi ve çocukları çok sever. Bir oyundan çıkarak, onları güldürmeye çalışır. O ayni anda çöllerin ve harabelerin iyesiydi. O, yolcuları yollarından döndürüp mahvederdi.
Etnik-kültürel gelenekte ise bazen onun "Al ruhu", "Al Anası" ve "Al Kadını" olduğu düşünülür. Bu görüş, aralarındaki benzerlik veya tam yakınlıktan ileri gelir. Pamir Kırgızlarının mitolojik metin ve efsanelerinde bu şeytanî varlığın adına "Gul" ya da "Gul-i Biyaban" şeklinde de rastlanır. Araştırmacılar bu varlığı en eski Arap rivayetlerine bağlıyorlar. "ıssız yerin ruhu" gibi anlamlandırılan bu şeytanî varlık, "Kar Adam" efsanelerinin yayılmasıyla yeni bir hayat kazanmıştır.
Bütün vücudu sarı-kırmızı tüylerle kaplı bu insanımsı çirkin varlık, dağ yamaçlarında ve kimsenin olmadığı çöllerde akşam üstü ortaya çıkar. Avcılara yaklaşıp onlarla insan gibi konuşur. Bir şeyler ister sonra onlara güreş yapmayı önerir. Avcı kazanırsa "Gulyabani" sessizce çekip gider. Ama eğer o kazanırsa avcı, uzun zaman hasta yatacak demektir. Ya da çöllük ve harabe bir yerde yalnız başına yatan birinin ayağının altını yalaya yalaya kan çıkacak kadar inceltir. Sonra ölünceye kadar kanını içer.