instagram twitter linkedin github youtube

25.11.18

Bunları Biliyor musunuz? 1. seri

En büyük kıta – Asya
Asya kıtasının yüzölçümü 43,8 milyon km2 (%29,3)

Dünyanın en küçük kıtası Avustralya
Yüzölçümü 9 milyon km2 (%6)

Üzerinde ülke olmayan ve insan yaşamayan tek kıta Antarktika
Eskimolar bile bu soğuk kıtada yaşamıyor. Kıtanın tek insan sakinleri yaz aylarında araştırma için giden bilim adamlarından ibaret. Kış aylarında onlar bile olmuyor.

Dünyanın en büyük adası: Grönland
Yüzölçümü 2,1 milyon km2

Dünyanın en büyük okyanusu: Büyük Okyanus
Nam-ı diğer Pasifik Okyanusu 168,7 milyon km2 (%46,6) alanı ile tüm karaların toplamından daha büyük.

Dünyanın en küçük okyanusu: Arktik
Kuzey Buz Okyanusu 15,6 milyon km2 (%4,3). Bazılarına göre bir deniz.

En büyük deniz – Mercan Denizi
Yüzey alanı 4,8 milyon km2 olan Mercan Denizi Avustralya’nın kuzeydoğusunda yer alıyor.

Dünyanın en büyük gölü – Hazar Denizi
Büyüklüğü 371.000 km2 ve aynı zamanda dünyanın en büyük tuzlusu gölü.

En büyük tatlısu gölü Superior
Yüzölçümü 82.414 km2.

Dünyanın en derin gölü – Baykal
Dünyanın en büyük tatlısu/içme suyu deposu Baykal Gölü’nün derinliği 1.642 metreye ulaşıyor, hacmi ise 23.615 km3.

Dünyanın en büyük şelalesi: Iguazú Şelalesi
Dünyanın 7 Doğa Harikası listesinde olan şelale, yüksekliği, genişliği ve taşıdığı su miktarıyla dünyanın en büyük şelalesidir. Iguazu Şelalesi’nin en görkemli yeri, U şeklinde akan Şeytan Gırtlağı (Devil’s Throat) adındaki kısmıdır.

En yüksek şelale: Angel Şelalesi
Yüksekliği 979 metre.

Dünyanın en uzun nehri – Nil Nehri
Nil’in uzunluğu 6.650 km.

En büyük nehir – Amazon Nehri
Amazon nehrinden bir saniyede akan su miktarı 219.000 m3. Akan bu su miktarıyla Amazon, 32 günde Van Gölünü doldurabilir.

Dünyanın en derin çukuru: Mariana
Büyük Okyanus’taki Mariana adalarının doğusunda bulunan Mariana Çukuru’nun derinliği 10.994 metre. Mariana aslında yarığın ismi, en derin yerin adı ise Challenger Derinliği.

Karadaki en derin çukur: Bentley
Bentley Buzulaltı Çukuru’nun derinliği 2.555 km.

En yüksek dağ: Everest Dağı
Everest Dağı’nnın denizden yüksekliği 8.848 metre.

Dünyanın en uzun dağı: Mauna Kea Dağı
Dağın denizden yüksekliği 4.204 metre ancak dağın okyanustaki tabanından zirvesine olan yüksekliği 10.200 metrenin üzerinde.

En büyük çöl – Antarktika
Kıta aynı zamanda dünyanın en büyük soğuk çölüdür. Yüzölçümü 13,7 milyon km2

Dünyanın en büyük sıcak çölü – Büyük Sahra
Büyük Sahra Çölü’nün alanı 7,8 milyon km2

En büyük ülke – Rusya
Rusya’nın yüzölçümü 17 milyon km2. Ülke, Antarktika, Avrupa ve Avustralya kıtalarından ve  Kuzey Buz Okyanusundan daha büyük bir alana sahip.

Dünyanın en küçük ülkesi: Vatikan
Bir mahalle büyüklüğünde bile olmayan Vatikan’ın yüzölçümü 0,44 km2.

En çok komşusu olan ülkeler Çin ve Rusya
Her iki ülkenin de 14’er komşusu bulunuyor.

İki ülke arasındaki en uzun kara sınırı
Dünyanın en uzun kara sınırı ABD-Kanada sınırı olup tam 8.891 kilometre uzunluğundadır.

En uzun kıyı şeridi olan ülke: Kanada
Kanada’nın kıyılarının toplam uzunluğu 202.080 km ki bu uzunluk dünyanın çevresini 5 defa dolaşır.

Dünyadaki tek kıta ülke: Avustralya
Avustralya bir kıtanın anakarasının tamamını kaplayan tek ülke.

En büyük ada ülkesi
Endonezya, 250 milyonu aşan nüfusu (2015), 14 binden fazla adası ve 1,9 milyon km2 alanıyla dünyanın en büyük ada ülkesi.

Dünyanın en küçük ada ülkesi
Büyük okyanusta bulunan Nauru’nun alanı sadece 21 km2.

24.11.18

Türk sanılan çok şaşıracağınız 30 yabancı marka

30- Alarko

29- Avon

28- İçim

27- Jelibon

26- Topitop

25- Şipsevdi

24- First sakız

23- Kent

22- Doğadan

21- Can Bebe

20- Erikli

19- YemekSepeti

18- Yörsan

17- Hacı Şakir

16- Petrol Ofisi

15- İpek Şampuan

14- Ace

13- Banvit

12- Atasun Optik

11- Yedigün

10- Sana

9- Omo

8- Yumoş

7- Algida

6- Cif

5- Domestos

4- Damla

3- Sırma

2- Hayat Su

1- Falım

23.11.18

Truva Atı

Paris ve Helen’in efsanesine konu olan Truva Atı, Troya kentinin ele geçirilmesi için tarihin en zeki savaş hilesiydi. Troya, barışsever ve huzurlu bir yaşamla kralları Priamos’un idaresi altında uzun yıllar barış içinde mutlu yaşadılar. Efsanenin konusu olan Troya M.Ö 30. yy ve 20. Yüzyılda ticaretin, kültür ve medeniyetin merkeziydi. Çanakkale Boğazı’nın Ege Denizi’ne açılan kesiminde bulunan kent, M.Ö 13. yüzyılın sonlarına doğru büyük bir yangın yaşamış ve yok olmuştur. Yangının, Paris’in Helen’i kaçırmasından sonra Kral Menelaus ve ağabeyi Agamennon’un Troya kentine saldırması sonucu çıkan savaştan kaynaklandığı düşünülmektedir. Daha sonra yapılan kazılarda farklı kültürlerin kalıntıları bulunmuştur. Troya kenti zamanında Perslerin, Büyük İskender’in, Selevkoslar’ın, Perhamon Krallığı ve Romalıların yerleşkesi olmuştur.

 Paris’in Doğumu ve Troya Kentinin Felaket Kehaneti
Troya’nın adaletli ve barışsever Kralı Priamon’un eşi Hekabe, bir gece kötü bir rüyayla uyandı. Rüyasında karnından ateşler çıkarmakta ve karnından çıkan ateşle Troya yanıp kül olmaktaydı. Sabah ilk iş kocasına gördüğü rüyayı anlatan Hekabe, bir kahine gördüğü rüyayı anlatınca, kahin, Hekabe’nin hamile olduğunu ve doğacak çocuğun Troya kentine felaket getireceğini söyledi. Çocuk doğar doğmaz öldürülmeliydi. Kral Priamos, doğan bebeğin öldürülmesi için bir adamını görevlendirdi; fakat küçük çocuğu öldürmeye kıyamayan asker onu İDA’ya (Kazdağı) götürerek kurda kuşa teslim etti. Fakat bebek bir çoban tarafından bulunarak büyütüldü. Çobanın bulduğu çocuk Troya’nın felaketi olan Paris’ten başkası değildi.

 Nifak Tanrıçası Eris’in İntikamı ve Afrodit’in Paris’e Hediyesi Helen
Paris, yaşayacaklarından habersiz büyürken Olimpos Dağında bir kargaşa hakimdi. Kral Peleus ile Deniz Perisi Thetis’in evlenme ziyafetine bütün tanrı ve tanrıçaların davet edilmesine rağmen kavga ve nifak tanrıçası Eris, davet edilmemişti. Ve Eris, davet edilmediği için Olimpos Dağındaki tanrı ve tanrıçalardan intikam almak için yemin etti. Üzerine “en güzel tanrıçaya” yazdığı altın elmayı ziyafet masasına bıraktı. Kısa zamanda herkesin kendisine sahip olduğunu düşündüğü bu elma, tanrıçaların kavga etmesine neden oldu ve Eris amacına ulaştı. Bütün tanrıçaların geri çekilmeye başlamasına rağmen kudret tanrıçası Hera, zeka tanrıçası Palas, Athena ve aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmak için tartışmaya devam ettiler. Çıkan anlaşmazlık Zeus’un huzuruna kadar gitti. Zeus, “gidin” dedi. “Irmakları bol İda dağına, orada Paris adında Troya’lı bir prens yaşamaktadır, sizin hanginizin daha güzel olduğuna o karar verecek.”


Truvalı Helen,
Evelyn de Morgan (1898, London)
Tanrıçaları Olimpos’tan uzaklaştıran Zeus, tanrıçaların arasındaki yarışın adil olması için Paris’e teklifi sunmak üzere altın elma ile birlikte haberci tanrı Hermes’i gönderdi. Paris, hangi tanrıçayı güzel görürse elmayı ona verecekti. Birbirinden güzel tanrıçaları karşısında gören Paris, seçim yapamadı ve tanrıçalar genç Paris’i güç ve hükümdarlıkla kandırmaya çalıştılar. Hera, kendisine kudret vaad etti. Altın elmayı kendisine verdiği takdirde Paris, Avrupa ve Asya’nın en güçlü kralı olacaktı; Athena, kendisini dünyanın en zeki kralı yapacağını ve Yunanistan’la yapılacak savaşta kendisine zafer vaat etti; Afrodit ise ne güç ne de akıl vaad etti. Afrodit, genç Paris’in ilgisini şehvet ve tutkuyla çekti ve ona en güzel kadını vaad etti. Önceden beri en güzele merakı olan Paris, Afrodit’in teklifine kandı ve elmayı Afrodit’e verdi. Paris, Afrodit’in büyük şehvetini ve aşkını; Athena ve Hera’nın da nefretini ve Troya’nın sonunu kazanmıştı. Afrodit sözünde durdu ve dünyanın en güzel kadını olan Isparta Kralı Menelaos’un karısı olan güzeller güzeli Helen’i Paris’e sundu. Paris’e dostluğunu ve misafirperverliğini gösteren Kral Menelaos Girit’teyken genç Paris, Helen’i Troya kentine kaçırdı. Karısı Helen’in Troya’ya kaçırıldığını öğrenen Menelaos geri dönerek bütün Yunanlı Kralları toplayarak Troya kentine savaş açtı. Menelaos’un yanında ağabeyi Agamennon, yaşlı Nestor, Ajax, Patroklos Troyalılarla savaşmaya razıydılar. Yunan krallarının en zekisi ve kurnazı olan Odysseus, habercinin geldiğini görünce delirmiş gibi davranarak hem tarlayı sürüyor hem de tarlaya buğday yerine tuz ekiyordu. Fakat Agamennon’un gönderdiği haberci de çok zeki biriydi ve kralın çocuklarından birini alıp sabanın önüne attı. Odysseus oğlunun ölümüne razı olmadı ve savaşa isteksiz olsa da katılmaya karar verdi.

Savaştan yana olmayan diğer kral Akhilleus ise savaşa katılacağı takdirde Troya’nın düştüğünü görmeden öleceğini biliyordu, çünkü bunu kendisine annesi olan deniz perisi Thetis söylemişti. Son çare olarak kendisini arayan müttefiklerden saklanmak için kadın kılığına bürünerek kral Lycomedes’in sarayındaki kadınların içine saklandı. Akhilleus’in kaybolduğunu öğrenen krallar onu bulma görevini kurnaz bir kral olan Odysseus’a verdiler. Odysseus saray içine tüccar olarak gitti ve tezgahının bir tarafında ipek kumaşlar, inci boncuklar ve değerli taşlarla süslü mücevher varken tezgahın diğer tarafında taşlarla süslü altın kakmalı kılıçlar ve küçük hançerler bulunuyordu. Bütün saray eşrafı ipeklerle takılarla ilgilenirken Akhilleus kılıçlarla uğraşmaya başlayınca Odysseus onu tanıdı ve Akhilleus öleceğini bilmesine rağmen zorla da olsa mecburen ordu kampına katılmaya razı oldu.

 Agamennon’un Kızı Iphiginia’nın Doğa Tanrıçası Artemis’e Kurban Edilmesi
Bütün müttefiklerin katılmasıyla nihayet ordu tamamlandı ve Troya kentine doğru yola koyuldu. Fakat dinmek bilmeyen Kuzey rüzgarları gemilerin ilerlemesini engelliyor ve savaşçıları bertaraf ediyordu. Bu durumun sebebini öğrenmek için kahine danışıldı ve kahin, Akhalıların Artemis’in lanetine uğradıklarını, Agamennon’un askerlerinden birinin Artemis’in ormanındaki bir tavşanı öldürdüğünü ve bu lanetin ancak Agamennon’un kızı Iphiginia’nın Artemis’e kurban edilmesiyle son bulacağını söyledi. Agamennon’un içi kan ağlasa da savaşı kazanmak için kızını kurban etmek zorundaydı. Agamennon’un kızını kurban etmeye razı olmasından sonra Kuzey rüzgarları dindi ve Akhalılar binlerce gemi ve yüz bini aşkın savaşçı ile Troya kentine doğru yola çıktılar. Çanakkale Boğazının kumsallarına ulaşan ve kamp kuran ordu, defalarca Troya kentine saldırdı. Fakat Troya kentinin savunması çok güçlüydü ve Kralın kahraman oğulları Troya kentini ve Paris’i canları pahasına korumaya yeminliydiler. Kenti koruyan kahraman komutanların en cesuru olan atları eğiten Hektor savunma ordusunun baş kumandanıydı.

 Troya Kentini Kuşatılması ve Tanrıların Yeryüzündeki Savaşı
Kuşatmanın başlamasıyla birlikte Akhalılara düşman olan Anadolu halkları da Troyalıları bu savaşta yalnız bırakmadılar. Savaş taarruz ve geri çekilmelerle 9 yıl sürdü. Bazen Troyalılar Akhalı savaşçıları gemilere kadar püskürtürken bazen Akhalı savaşçılar Troya birliklerini surların içlerine çekilmek zorunda bırakıyordu. Troya kentine üstünlük kuramayan Agamennon, civardaki Troya yerleşkelerini yağmalamaya ve nefretini kusmaya başlamıştı. Yerli halka nefret kusan Akhalılar, kızları evlerinden alıp çadırlarına kapatıyorlardı. Akhalıların eline düşen kızlardan biri de Apollo’nun rahibi olan Hrüseis’in kızıydı. Agamennon’un rahibin geri istediği kızını vermemesi üzerine rahibi aşağılayan Akhalı, rahibin okçu tanrı Apollon’a yalvarmasıyla Apollon Akhalıların üzerine hastalıklı ve kin dolu oklarını gönderdi ve nefretini kustu. Apollon’un gönderdiği oklarla ölen veya hastalık kapan Akhalı askerler kuşatmayı bırakmayı dahi düşündüler. En sonunda savaşın kaybedileceğini anlayan Akhalı kumandanlar ünlü kahin Kalkhas’ın rahibin kızının geri verilmesi gerektiğini söylemesi üzerine Agamennon tarafından öldürülmemek için Akhilleus tarafından hayatını koruma garantisi aldı. Ve Kahin konuştu; “Tanrı Apollo Kızgındır, Çünkü saygısızlık etti Agamemnon duacıya, kurtulmalıkları istemedi, salmadı kızını, işte bu yüzden çektirdi bunca acıları okçu tanrı. Eğer Agamemnon hiçbir kurtulmalık almadan kızını babasına geri vermezse daha da çektireceği var tanrı Apollo’nun”. Kahinin söylediklerinden sonra Agamemnon kızı babasına gönderdi ancak adamlarından iki tanesini de Akhilleus’in çadırına gönderdi güzeller güzeli Briseis’i alsınlar diye. Akhilleus kızı teslim etti adamlara ama Tanrılar huzurunda yemin etti bunun intikamını Agamemnon’dan alacağına. Bu durum üzerine Akhilleus’in annesi deniz perisi Thetis de Tanrı Zeus’a yalvardı oğlunun kırılan onurunun geri verilmesi ve büyük bir komutan olarak Akhalıların önünde yükselmesi için.

Agamemnon’un saygısızlığından sonra ölümlüler arasında sürüp giden Troya savaşına artık tanrı ve tanrıçalar da katılmışlardı. Olimpos artık bölünmüştü. Afrodit doğal olarak Paris’in tarafındaydı. Paris’e nefret duyan Athena ve Hera ise Akhalıların yanında; Savaş tanrısı Ares Afrodit’in yanındaydı her daim; Güneş tanrısı Apollon ve kızkardeşi doğa tanrıçası Artemis ise Komutan Hektor’un yanındaydı. Denizler Tanrısı Poseidon denizci bir millet olan Akhalıların tarafındayken Tanrı Baba olan Zeus ise Troyalıları severken tarafsız kaldı bu amansız savaşta. Yukarıda bölünen Tanrılar varken savaş meydanında ise Akhalı komutanlardan Akhilleus savaştan vazgeçmiş ve bir köşeye çekilmişti.

Akhalı savaşçıların taarruzuyla Troyalı birlikler surların içine çekilirken savaşın bitmesini isteyen her iki taraf Menelaos ve Paris’in çarpışmasına ve kazanan tarafın Helen’i alarak kendi ülkesine dönmesine karar verdi. Menelaos, mızrağını fırlattı Paris’e, ama yaralanmadı mızrakla genç prens, ardından kaçmaya başladı Paris silahsız kalan Menelaos’tan. Komutan olan Agamemnon meydana çıkarak Menelaos’u galip ilan etti ve Helen’in teslim edilmesini bekledi. Fakat Troyanın yıkılmasını isteyen Athena ve Hera’nın kışkırtmasıyla Troyalı aptal Pandoros bir ok fırlattı Menelaos’a, yaralandı büyük komutan ve savaş devam etti. İki tarafta da sayısızca kahraman savaşçı öldü. Artık tanrılar da savaşıyordu ölümlüler gibi savaş meydanında.

Akhilleus savaştan çekilmesine rağmen diğer krallardan Ajax ve Diomendes kahramanca çarpışıyordu. Afroditin oğlu Aeneas ile çarpışan Diomendes, oğlunu kurtarmaya gelen tanrıça Afrodit’i ve oğlunu yaraladı. Diomendes’in ardından Athena’nın yardımını alarak savaş tanrısı Ares’i karnından yaralamasıyla Zeus, bütün ölümlüleri Olimpos’a çağırarak onuru kırılmış olan Akhilleus’e verdiği sözünü de hatırlayarak Troyalılara yardım etmek için kente gitti. Zeus’un yardımıyla Akhalıları dışarı kadar püskürten Troyalılar komutanlar komutanı Agamemnon Yunanistan’a geri dönmek istese de yaşlı kumandanlardan Nestor, Akhilleus’in desteğini almak için onun ikna edilmesi taraftarıydı.

Bu durum üzerine ordunun daha fazla direnemeyeceğini anlayan Agamemnon aptallık ettiğini kabuk ederek Akhilleus’e onur payı olan Brisesisi ve değerli hediyelerini geri vereceğini Odysseusu elçi olarak göndererek bildirdi. Akhilleus bu öneriyi kabul etmedi ve Akhalar diğer gün tekrar püskürtüldü ve sahile kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Akhilleus’in yakın dostu olan Patroklos, Akhilleus’e yalvararak savaşa katılmasını istedi fakat Akhilleus sadece muhteşem zırhını arkadaşı Patroklos’a vermekle yetindi. Patroklos Akhilleus’in zırhıyla kahramanca savaştı fakat karşı karşıya geldiği Troyalı Hektor onu kargıyla öldürdü ve zırhını kendisi giydi. Akhalı komutanlardan Ajax tarafından gemiye taşınan Patroklos’un ölümü ile Akhilleus Hektor’dan bunun intikamını almak için and içti. Tıpkı Patroklos’a olduğu gibi kendisinin de kaderinde ölüm olduğunu bilen Akhilleus buna rağmen kaderine razı oldu. Akhilleus savaşa katılıp kahramanca çarpışırken aslında her yerde kardeşi Patroklos’un katili Hektor’u aramaktaysı. Çarpışmalar tüm hızıyla devam ederken Olimpos Dağı’ndan aşağı inen tanrılar da savaşa katılmışlardı. Akhilleus öyle çarpışıyordu ki Apollon bile artık Hektor için savaşmanın anlamsız olduğunu anladı. Troyalılar Akhalı savaşçılar tarafından surların içerisine kadar kovalandılar ve Hektor en sonunda Akhilleus’in karşısına dikildi. Babası Priamos ve annesi Hekabe Hektor’a yalvardı fakat Troyalıların geriye çekilmesi onun suçuydu ve bunu ödemek istiyordu. Akhilleus bütün şiddetiyle Hektor’a saldırdı ve onun canını aldı. Öyle kızmıştı ki Akhilleus, Hektor’un canlı bedenini tekmeletti adamlarına ve yemin etti tonlarca altınla gelseler de ölüsünün ailesine verilmeyeceğine, Hektor’u atların peşinde sürükleyen Akhilleus onun yakılmasını istemedi ve yaktığı ateşte 12 Troyalı soylu ailenin çocuklarını kendi elerliyle öldürerek attı ateşe, köpeklere yedirecekti Hektor’un ölüsünü ama köpekler yanaşamadı Tanrıça Afrodit bekliyordu soylu Hektor’un ölüsünü. Akhilleus’in bu yaptıkları Tanrıları bile tiksindirmişti ve Tanrı Zeus Priamos’u cesaretlendirerek oğlunun ölüsünü istemek için Akhilleus’e gönderdi. Akhilleus babaya acıyarak Hektor’un ölüsünü teslim etti ve ölünün yakılması ve dini törenler için 9 günlük barış sözü verdi.

Hektor’un ölümünden sonra ölüsü yakılarak tozları altın vazolara konuldu ve gömülerek üstünde bir Tümülüs oluşturuldu. Sürenin bitmesinin ardından Etiyopya Prensi Memnon Troya kentine yardıma geldi. Akhalılar karşısında güçlenen Troyalılar, Akhalı savaşçıları çok zorladılar. En sonunda Memnon’da Akhilleus tarafından öldürüldü ve fakat Akhilleus Troya surlarına doğru koşarken Paris’in zehirli okuyla topuğundan vurularak öldürüldü. Akhilleus’in topuğu en hassas yeriydi çünkü annesi deniz perisi olan Thetis onu ölümsüzlük suyuna (Styx Irmağı) batırırken topuğundan tuttuğu için topuğu ölümlü olabileceği tek yeriydi. Akhilleus topuğundan yediği okla öldürüldü. Ajax Akhilleus’in ölüsünün Akhalılara taşıdı ve cansız beden yakılarak külleri Patroklos’un külleriyle birlikte gömüldü. Komutanlar arasında yapılan toplantıda Akhilleus’in zırhının Odysseus’a verilmesini kararlaştırdılar. Bu karar üzerine gururu kırılan Ajax kılıcıyla kendini intihar etti. Akhalıların bu önemli kayıplarına rağmen savaşçıların vazgeçmeye niyeti yoktu. Akhilleus’in öcünü almak için oğlu Neoptolemus, babasının katili olan Paris’i öldürdü. Troyalılar Paris’in ölümüne hiç üzülmediler çünkü bütün olanların suçlusu günahkar olan Paris’ti. Ağabeyi Hektor Paris’e şunları söylemişti:

“Seni alçak, seni parlak oğlan, seni çapkın, seni ırz düşmanı. Hiç doğmaz olaydın keşke, ya da kalaydın ölümüne dek evlenmeden. Çok isterdim bunun böyle olmasını, hem çok da iyi olurdu hani. Ne baş belası kesilirdin o zaman, ne de yüz karası olurdun başkalarına. Ne kaçırdın ta uzak ülkelerden, kargı salan erlerin gelini, güzel yüzlü kadını. Baş belası yaptın onu babana, halkımıza, kentimize”

 Truva Atı Fikrinin Sahibi Odysseus’un Dahiyane Planı ve Troya’nın İşgali
Paris’in ölümünden sonra Troya kenti direnmeye devam etti. Savaş genellikle ovada geçtiği için Troya surları hiç zarar görmemişti. Artık Akhalılar için sadece Troyalıları akıllıca bir planla saf dışı etmek ya da sıkıştırarak imha etmekten başka çare kalmamıştı. Akhalıların en kurnaz komutanı olan Odysseus, Troyalıların sadece bir hileyle ve zekice bir planla alt edileceğini biliyordu. Odysseus komutanlara bu planı anlattı, bir tahta at yapılacak ve atın içine en cesur askerler yerleştirilecekti. Akhalı savaşçılar Troya kenti önlerinden ayrılacak ve saklanacaklardı. Geride bıraktıkları asker öyle zekice bir hikaye uyduracaktı ki Troyalılar zafer çığlıklarıyla şenlikler düzenleyecek ve sarhoş olana kadar içeceklerdi. Troyalı askerlerin bu gaflet anında tahta attan çıkan Akhalı savaşçılar kentin kapılarını Akha askerlerine açacak ve Troya yerle bir edilecekti. Plan başarısız olursa atın içindeki savaşçılar ölüme terk edilecek, fakat başarılı olursa Akhalılar mutlak zaferi tadacaktı.


Günümüzde Truva Antik Kentinde Yer Alan Truva Atı
En sonunda dev boyutlarda tahta at yapıldı ve içine Akhalı askerler yerleştirildi. Akhalı askerler bütün mevzilerini terk etmiş ve geride planın en önemli parçası olan Sinon’u bırakmışlardı. Troyalılar sabah uyandıklarında Akhalıların gittiğini ve sadece kentin ön kapısına tahtadan at bıraktıklarını gördüler. Troyalı askerler çevreyi biraz araştırınca Çalılıkta saklanan Sinon’u yakalayarak kral Priamos’a götürdüler. Kral’a hikayeyi anlatmaya başlayan Sinon ağlayarak, Yunanlılara olan nefretini anlatıyor ve Akhalıların geriye dönebilmek için kendisini kurban etmek istediklerini ancak kaçarak çamurluk alana sakladığını anlatıyordu. Şehrin ön kapısındaki tahta at Tanrı Athena’ya bir kutsal sunak olarak yapılmıştı, Troyalılar kentin içine alamasınlar diye büyük yapılan at böylece Troyalılar tarafından yakılacak ve Tanrı Athena Troya kentine lanet yağdıracaktı. Ama Troyalılar atı içeri alarak korurlarsa Tanrı Athena’nın lütfuna ve hediyelerine boğulacaklardı. En sonunda rahip olan Laokon ve Hektor’un kız kardeşi Kassandra hariç tüm Troyalılar zafer kazandıklarına inandılar. Rahip Laokon’un konuşmasından korkan Deniz Tanrısı Poseidon denizden iki yılan göndererek rahibin iki oğlunu öldürttü ve susturdu. Hektor’un kız kardeşi ise Tanrı Apollon’un aşık olduğu insan olduğu için ona geleceği görme özelliği bahşedilmişti. Fakat Kassandra Apollon’un aşkına cevap vermeyince bu yeteneğin yarısı elinden alınmış ve kimse onun geleceği gördüğüne inanmamıştı.

 Troya’nın Düşüşü ve Akhalıların Kente Ölüm Kustuğu Hiç Bitmeyen Gece
Troyalılar mutlak zaferle şölenler düzenlediler ve sarhoş oldular. Gecenin ilerleyen saatlerinde atın içinden çıkan Odysseus ve arkadaşları nöbetçileri öldürerek kapıları ardına kadar Akhalı savaşçılara açmıştı ve Troya kentinde katliam başlamıştı. Çıkan yangınlardan dolayı dışarı çıkan Troyalılar kılıçtan geçiriliyor ve adeta savaş değil Troya kentine ölüm yağıyordu. Uykularında gafil avlanan Troyalılar savaşmaya çalıştıysa da savaş sona yaklaşmıştı. Sabah olmadan soylulardan Aeneas hariç hepsi öldürülmüş ve Kral Priamos ise karısı ve kızlarının gözü önünde Akhilleus’un oğlu Neoptolemus tarafından öldürülmüştü. Troya yerle bir edilmişti. Birçok Troyalı askerin uykusunda katledildiği bu hileli savaş adil değildi. Afrodit’in oğlu Aeneas, annesi tarafından kaçırılarak İtalya’ya götürüldü. Gittiği yerde Etrüsk kralının kızıyla evlenen Aeneas, Roma’nın gerçek kurucularından sayılır. Troyanın, Akhalıların gazabına ve katliamına tanık olduğu o gecenin ardından Tanrıça Afrodit güzeller güzeli Helen’e yardım ederek onu Troya kentinden kaçırdı. Helen, Paris’in ölümünden sonra kardeşi Deibhobos ile evlenirken Afrodit’ten kendisini eski eşi Menelaos’a götürmesini istedi. Menelaos Helen’i kabul etti ve Yunanistan’a doğru beraber yelken açtılar. Bütün olan bitenin ardından geride; halen yanmakta olan, bir zamanlar huzur dolu, sokaklarında barış rüzgarları esen fakat şimdi birbiri üstüne yığılmış Troyalı savaşçıların cesetleriyle dolu bir kent kalmıştı.

Kapalı Çarşı

Mimarisinin büyüklüğü ve ihtişamı ile ön plana çıkan Kapalıçarşı, 500 yılı aşkın süredir İstanbul’un en önemli ticaret merkezlerinden birisi olarak anılıyor. İçeriği sayesinde her yaştan alışveriş tutkununu kendisine çeken çarşı ayrıca kökleri Bizans’a dayanan, Osmanlı döneminde gelişen zengin bir kültürel yapıyı bünyesinde barındırıyor.

Çarşının geçmişi Bizans İmparatorluğu’na kadar uzanıyor. Bir dizi dükkândan oluşan bu yerin merkezinde sonradan Cevahir Bedesteni (Bedesten-i Atik) adı verilen yapı bulunuyormuş.

Dünyanın en eski alışveriş yerlerinden birisi olan Kapalıçarşı’da ilk genişletme çalışmaları, İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet’in emri ile 1460 yılında gerçekleştirilmiş. Çalışmaların ardından Çarşu-yı Kebir (Büyük Çarşı) ismiyle anılmaya başlayan çarşıya 15 bölümden oluşan bir bedesten daha inşa edilmiş.

Bu bedestene sonradan dükkânlarında ticareti gerçekleştirilen kumaş cinsinin adı verilerek Sandal Bedesteni (Bedesten-i Cedid) olarak anılmaya başlanmış. Eski ve Yeni bedestenlerin tüm geliri, padişahın emri doğrultusunda Ayasofya’ya aktarılmış.

Kapalıçarşı'da görülecek önemli yerler

Kanuni Sultan Süleyman’ın döneminde ise çarşı oldukça ihtişamlı hale gelmiş. Ağırlıklı olarak ahşap malzemenin kullanıldığı genişletme çalışmalarının ardından çarşı günümüzdeki haline göre bir hayli büyümüş. Günümüze ulaşabilen kayıtlara göre o dönemde çarşıda 4.399 büyük dükkân, 2.195 hücre (küçük dükkân), 24 han, 497 dolap, 12 mahzen, 10 mescit, 16 çeşme, 8 kuyu, 2 şadırvan bulunuyormuş.

Kapalıçarşı tarihi

Camisi, türbesi, mektebi ile imparatorluğun başkenti içerisinde ayrı bir kent görünümüne bürünen çarşıdaki bu yapıların büyük kısmı, değişik tarihlerde çıkan yangınlar ve depremlerle ağır hasar görmüş.

Felaketlerden ötürü hasar gören ahşap yapılı, üzeri kiremitle kapatılmış bölümler III. Mustafa döneminde kâgir olarak yeniden inşa edilmiş. Bu çalışmaların çarşıya getirdiği yenilik ise yolların üzerinin tamamen kapatılması olmuş. Ancak çarşı 10 Temmuz 1894 tarihinde gerçekleşen büyük deprem felaketi ile neredeyse kullanılamayacak hale gelmiş.

Kapalıçarşı baharat alışverişi

Ticareti durma noktasına getiren deprem felaketinin ardından yaralarını II. Abdülhamid’in verdiği paralar sayesinde gerçekleştirilen yeniden inşa süreci ile kapatan çarşı, günümüzdeki görünümüne kavuşmuş.

Kültür ve alışveriş ağırlıklı bir tatil planlayanların İstanbul gezilecek yerler listelerine mutlaka eklemelerini tavsiye ettiğim çarşının 8 kapısı bulunuyor. Bu kapıların en ünlüleri Takkeciler, Sahaflar, Kuyumcular ve Zenneciler. Beyazıt yönündeki kapıda “Elkâsib Habibullah” kitabesi ve Sultan Abdülhamid’in tuğrası bulunuyor. Nuruosmâniye Camii yakınındaki giriş kapısında ise büyük boyutlu bir Osmanlı Devlet Arması’nı görebilirsiniz.

Geçmişte açılışı kuşluk vakti tüm esnafın katıldığı, bölükbaşı adı verilen görevlinin önderlik ettiği dua ile yapılan, ticaretin sıkı bir şekilde denetlenen kurallara bağlı olarak yapılabildiği Kapalıçarşı’nın 15 kubbesinin altında çok sayıda sokak, cadde ve han bulunuyor. Bu yapıların tamamına üzerinde veya içerisinde faaliyet gösteren meslek gruplarına göre isimler verilmiş.

Kapalıçarşı alışveriş rehberi

Geçmişte sokaklarında muhafazacılar, takkeciler, kürkçüler gibi onlarca meslek grubunun faaliyet gösterdiği; hanlarındaki dükkânları çuhacılar, kaşıkçılar, sepetçiler ile dolu olan Büyük Çarşı günümüzde de ziyaretçilerine pek çok farklı ürünü bulabilecekleri bir ortam sunuyor.

Dünyanın en büyük üstü kapalı pazarında lezzetli lokumların, ustalıkla işlenmiş ahşap ürünlerin, ilgi çekici süslemelerin ve şifa kaynağı bitki çaylarının satıldığı dükkânların arasında dolaşırken oldukça değerli tarihi eşyalara denk gelebilirsiniz. PTT ve banka şubelerinin faaliyet gösterdiği çarşının en çok ilgi çeken bölümü kuyumcuların olduğu Kalpakçılar Caddesi.

Burada faaliyet gösteren kuyumcularda standart ürünlerden özel tasarımlı ziynet eşyalarına kadar geniş bir ürün yelpazesi ile karşılaşabilirsiniz. Eski haritalar, antika eşyalar ve el emeği halılar aradığınızda ise İç Bedesten’e yoğunlaşabilirsiniz.

Kapalıçarşı İstanbulgezilecek yerler

Bünyesinde gerçekleştirilen döviz işlemleri ile ülkemizde serbest ekonominin kalbi olarak anılan çarşının Yağlıkçılar Caddesi’ndeki Cebeci Han alem ustalarına ev sahipliği yaparken, Sandal Bedesteni’nin hemen arkasında kurulan Bit Pazarı’nda ikinci el eşyalar bulabilirsiniz.

Kapladığı alan yaklaşık 47 bin metrekare olan çarşıyı gezerken yorulursanız, Şark Kahvesi’nde soluklanabilirsiniz. Karnınız acıktığındaysa Havuzlu Lokanta’nın enfes yemeklerinin tadına bakabilirsiniz.

Kapalıçarşı nerede ve nasıl gidilir?
Kapalıçarşı nerede ve nasıl gidilir

Fatih İlçesi sınırları içerisindeki Kapalıçarşı, Nuruosmâniye ve Beyazıt camileri ile Mahmutpaşa Çarşısı arasında yer alıyor.
Turistik açıdan İstanbul’un ilgi çeken yapılarının başında gelen Yerebatan Sarnıcı’na, Ayasofya Müzesi’ne ve Topkapı Sarayı’na oldukça yakın konumdaki çarşının büyüklüğü, ziyaretçilerine farklı yerlerden ulaşabilme olanağı tanıyor.

Eğer toplu ulaşım ile gelecekseniz, en pratik yöntem tramvayı veya belediye otobüslerini kullanmak. Tramvayı kullanacakların Beyazıt Durağı’nda inmeleri gerekiyor. Belediye otobüsleri ise şehirdeki pek çok noktadan Beyazıt Meydanı’na ulaşım sağlıyor.

Anadolu yakasından gelecekler için Marmaray, zamandan tasarruf edebilecekleri en ideal ulaşım yöntemi.

Kendi aracınız ile bölgeye gelecekseniz, Beyazıt Meydanı civarındaki park alanlarını kullanabilir ya da Sultanahmet civarındaki mekânları da ziyaret edecekseniz Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayun Kapısı’na yakın konumdaki otoparkı tercih edebilirsiniz.

Kapalıçarşı Ziyaret Gün ve Saatleri
Kapalıçarşı turistik alışveriş

İstanbul’un geçmiş hakkındaki bilgi dağarcınızı genişletmek ve keyifli zaman geçirmek için Tarihi Yarımada gezilecek yerler listenize ekleyebileceğiniz Kapalıçarşı’yı resmi tatiller ve pazar günleri dışında haftanın her günü ziyaret edebilirsiniz. 09.00-19.00 saatleri arasında girişin serbest olduğu çarşıda ziyaret konusunda tek istisna, cuma günleri namaz saatlerinde yaşanıyor.

Namaz vaktindeki ziyaret kısıtlamasının en büyük nedeni, camiye sığmayan cemaatin çarşının caddelerine doğru yayılıyor olması. Bu saat diliminde çarşı içerisindeki hem namaza katılmayan esnafın hem de ziyaretçilerin cemaati rahatsız edecek davranışlardan kaçınmaları rica ediliyor.

Agora ören yeri

Kentin merkezinde yer alan Agora Açıkhava Müzesi, çok kültürlü ve çok katmanlı bir kent olan İzmir’de tarihi dokunun bir parçası olarak karşınıza çıkar. Kadifekale’den baktığınızda açıkhava müzesini, kazı alanlarını çok net bir şekilde görebilirsiniz.



Dünyada kent merkezinde bulunan büyük agoralardan biri olan Agora, üç katlı yapısıyla da dünyadaki tek örnektir. İzmir’in eski semtlerinden Namazgah’daki Agora, Roma döneminde mermer döşeli büyükçe bir avlu çevresinde sütun ve kemerler üzerine çok katlı olarak inşa edilmiş bir yapıdır. Kelime anlamı “Pazar yeri” olan Agora, politik toplantılar ve halk mahkemelerinin de yapıldığı devlete ait bir alandır. Roma döneminde yapılan Agora, M.S. 178 yılında yaşanan depremden sonra büyük bir onarım görür.



Agora’da ortaya çıkan en önemli eserlerden olan Poseidon, Demeter heykel grubu Tarih ve Sanat Müzesi’nde görülebilir. Agora’nın Batı Kapısı kemeri üzerinde bulunan İmparator Marcus Aurelius’un İzmir’i çok seven karısı Faustina’nın zarif kabartma portresi, ören yerinin girişinde gelen konukları sevgiyle selamlamaktadır.



Agora’nın Arkeoloji ve Tarih Parkı olarak düzenlenme çalışmaları sürmektedir. Agora içinde görülen büyük sarnıçlar, çeşitli kanalizasyon parçaları alanın bol suya sahip bir bölgede olduğunu göstermektedir. Bazilika girişinde bulunan kaynak suyunun ilk çağdan bu yana akmakta olduğu düşünülmektedir. Agora’da heyecan uyandıran en önemli buluntulardan biri de Roma Dönemi dükkanlarının bulunduğu bölümdeki grafitilerdir. Dünyanın en zengin Yunanca grafiti koleksiyonu olarak tanımlanan duvar yazılarında Helenistik ve Roma dönemlerindeki günlük yaşantılara ait kesitler yer almaktadır. Koruma altındaki grafitilerin M.S. 2. Yüzyıl ile 4. Yüzyıl arasında yapıldıkları öngörülmektedir. Duvarlarda iki bin yıldır kaybolmadan duran yaklaşık 1500 grafiti bulunduğu ve çizimlerin boya ya da kazıma yöntemiyle yapıldığı biliniyor.Bu grafitilerde İzmir kentine ilişkin görüşler, sevgiliye yazılmış sözler, gemi çizimleri bulunuyor.



Agora kazılarında Helenistik dönem, Roma dönemi, Bizans ve Osmanlı dönemine ait katmanları görmek mümkün. Agora’da son dönemde yapılan kazılarda ortaya çıkartılan Roma Hamamı, Mozaikli Yapı ve Kent Meclisi’nin yanı sıra kent merkezinden agoraya girişi sağlayan Bazilika Kuzeybatı Kapı ile limandan Agora’ya girişi sağlayan Faustina Caddesi ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor.



Agora ören yeri uzun yıllar Namazgah semtinde mezarlık olarak kullanılmış bir alan olduğu için çok sayıda; usta ellerde zarif bir şekilde işlenmiş mezar taşlarına da ev sahipliği yapıyor. Agora kazıları sonucu başka bir alana taşınan mezarlıktaki Osmanlı dönemine ait mezar taşları ise alanda görülebiliyor.



Agora’dan çıkartılan eserler bugün İzmir Arkeoloji Müzesi ile Tarih ve Sanat Müzesi’nde sergileniyor.



Tarihi Kemeraltı Çarşısı’na çok yakın olan ören yerini gezdikten sonra isterseniz yola devam edip Basmane’nin tarihi sokaklarını yavaş yavaş gezebilirsiniz. Yolda, kazı çalışmaları süren ve şimdilik sahne duvarları ile girişi ortaya çıkan 16 bin kişilik Antik Roma Tiyatrosu’nun bulunduğu düşünülen alandan geçip Kadifekale’ye de çıkabilirsiniz.